Menkîbeler
Abdüllatif Uyan / abdullatif.uyan@tg.com.tr


Şunu tanıyor musun?
20.01.2011

Bir gün, hazret-i Ebû Bekir ile hazret-i Alî radıyallahü anhümâ, mescid-i şerîfte oturuyorlardı.
O esnâda biri girdi içeri.

Ancak hazret-i Alî’yi görünce rengi kaçtı.
Mahcup vaziyette çöküverdi oracığa.
Hazret-i Ebû Bekir merak etti.

Ve hazret-i Alî’ye dönüp sordu:
- Yâ Alî! Şu adamı tanıyor musun?
- Evet, tanıyorum.

- Seni görünce mahcup oldu.
Acabâ neden dersin?

Aliyyül Mürtezâ hazretleri tahmin etmişti:
- Bana borcu var, ödiyemiyor.
Belki de ondandır.

Hazret-i Ebû Bekir kalktı ve gitti o adamın yanına.
Elini omuzuna atıp sordu:
- Hayırdır, neyin var senin?
- Yok bir şey yâ Ebâ Bekr.

- Var var, Alî'yi görünce mahcup oldun.
- Evet, Ona karşı çok mahcubum.

- Neden?
- Ona borcum var da.

- Ne kadar borcun var?
- Yirmibin akçe.

- Ödiyemiyor musun?
- Hayır, ödeme imkânım olsa
bir saat bile geciktirmem.

Hazret-i Ebû Bekir çok üzüldü.
Sevindirmek istedi o kimseyi:

- Dinle, sana bir teklifim var.
- Buyur yâ Ebâ Bekr.

- Borcunu öderim, ama bir şartla.
- Sahi mi, her şarta râzıyım.

- Pekâlâ, Fâtiha sûresinin yarısını
oku. Sevabını bana hediye et.

Adam çok sevindi. Dediğini yapıp, sevabını bağışladı Ona.
Hazret-i Ebû Bekir, ona yirmibin akçe verip, tekrar ricâ etti:

- Diğer yarısını da okur musun.
- Okurum, dedi.

Ve okuyup bağışladı sevabını.
Hazret-i Ebû Bekir yirmibin akçe daha verdi. Adam sevinçten uçuyordu.


www.gonulsultanlari.com