Menkîbeler
Abdüllatif Uyan / abdullatif.uyan@tg.com.tr


Bir kerâmetini görseydik
14.02.2011

Denizli Evliyâsından Hasan Feyzi Efendi her Velî gibi kerâmet göstermekten kaçınırdı. Ancak bu, zihnine takılırdı talebenin.

Bir sabah ders başladığında, çocukların zihninde yine aynı şey vardı:
Kerâmet.
"Hocamız neden kerâmet göstermiyor? Âh bir kerâmetini görseydik" diyorlardı.

Bu, mâlum oldu büyük zâta.
Dersi kesip;
- Biz, şu günahkâr hâlimizle yerin dibine müstehakız. Ama bakın, buna rağmen yer üstündeyiz. İşte size kerâmet, buyurdu.

Ve sordu onlara:
- En büyük kerâmet nedir, biliyor musunuz?
- Bilmiyoruz efendim, dediler.

- En büyük kerâmet, istikâmet'tir, buyurdu.
- İstikâmet nedir? dediler.
- İstikâmet, doğru yolda yürümekte sebat etmektir. İslâmdan kıl kadar ayrılan kimsede bir hârikulâde hâl görürseniz, kıymet vermeyin. Çünkü o, kerâmet değil, istidraçtır, buyurdu.

Ve ekledi:
- Kâfirlerde ve günahkârlarda görülen fevkalâde hallere istidraç denir.

NİÇİN AĞLIYORMUŞ?

Bir gün de bu zâta:
- Bu gece nasıl sabahladınız? diye sordular.
Mübarek başladı ağlamaya.

Soranlar şaşırdı.
- Efendim iyi misiniz?
- Ölümü unutmuş, günahı da çok olan bir kulun hâli nasıl olur? buyurdu.

Göz yaşlarını silip;
- Ömrümüz azalıyor, günahımız artıyor. Âkıbet Cennet midir, Cehennem mi, belli değil. Bu halde olan bir insan, ağlamasın da ne yapsın? buyurdu


www.gonulsultanlari.com