Menkîbeler
Abdüllatif Uyan / abdullatif.uyan@tg.com.tr


Münâfığın Âkıbeti
13.03.2011

Asr-ı saâdette, bir yahûdî ile bir münâfık ihtilâfa düşmüşlerdi. Yahûdî münâfığa:
- Gel Muhammede gidelim. O bizim aramızı bulsun, dedi.

Münâfık;
- Olur gidelim, dedi.
Ve gittiler. Resûlullah Efendimiz, meseleyi dinleyip, yahûdînin lehine hüküm verdi. Huzurdan çıktılar. Münâfığın suratı asılmıştı.

Yahûdîye dönüp;
- Bir de Ömere gidelim, dedi.

Yahûdî hayretle baktı ona:
- Neden, iş halloldu ya?
- Hayır, bana göre hallolmadı.

- Bu zat sizin Peygamberiniz değil mi?
- Evet ama, bir de Ömere gidelim.

Yahûdî dudak büküp;
- Pekâlâ gidelim, dedi.
Ve gittiler.

Münâfık söze başlayıp;
- Bizim bir ihtilâfımız var da, onun için gelmiştik, dedi.

Hazret-i Ömer'
in kaşları çatıldı:
- Peygamber varken niçin bana geldiniz?

Yahûdî atıldı:
- Biz önce Ona gittik zâten. Ama Onun hükmünü beğenmedi bu arkadaş.

Hazret-i Ömer radıyallahü anh celâllendiği zaman vücudunun kılları cübbesinden dışarı fırlardı. Yine öyle oldu. Ama belli etmemeye çalıştı öfkesini.

Döndü o münâfığa:
- Doğru mu söylüyor?
- Evet, doğru.

- Pekâlâ az bekleyin, dedi.
Ve içeri gidi. Az sonra eteğinin altında bir satır'la döndü. Hiç bir şey söylemeden satırı kaldırıp şimşek gibi münâfığın boynuna çaldı ve;
- Peygambere inanmayana böyle hüküm veririm! Herkese ibret olsun! buyurdu.

O anda Cebrâil aleyhisselâm geldi ve;
- Yâ Resûlallah! Ömer hakkı bâtıldan ayırdı, diye arzetti.
Efendimiz o gün Ona Fârûk dedi. Fâruk, hakkı bâtıldan ayıran demektir.


www.gonulsultanlari.com