Menkîbeler
Abdüllatif Uyan / abdullatif.uyan@tg.com.tr
Bir kerâmet
10.05.2011
Sehl bin Abdullah Tüsterî hazretleri ölüm hastalığında son nefeslerini veriyordu ki, talebeleri;
"Efendim, yerinize kimi bırakıyorsunuz?" dediler.
Mübârek gözlerini açıp;
"Şâd-ı dil'e bırakıyorum" buyurdu.
Talebeler, şaşkın halde birbirlerine bakıp;
"Hocamızın herhalde aklı gitti" dediler.
Zîrâ bir kâfirin ismiydi bu.
Çok büyük şaşkınlık hâsıl olmuş, herkes Onun bu sözünü başka yorumluyordu.
Sesler yükselince;
"Kalkınız, bana Şâd-ı dil'i çağırınız!" buyurdu.
Önce tereddüt ettiler.
Sonra koşup çağırdılar.
Az sonra Şâd-ı dil gelip,
büyük Velînin yanına oturdu.
Mübârek, yatağından doğrulup;
"Ey Şâd-ı dil, dünya'dan ayrılıyorum. Benden sonra minberime çık ve insanlara vâz-ü nasîhat et!" buyurdu.
O da şaşırdıysa da;
"Peki olur" dedi cevâben.
O gün hazret-i Sehl
göçtü bu dünyadan.
Üç gün sonra ikindide Şâd-ı dil
gelip, cemaat arasına oturdu.
Başında sorgucu vardı.
Belinde ise zünnarı.
Bu kâfir kıyâfetiyle çıktı minbere.
İnsanlar, kendisine hayret
nazarlarıyla bakarken;
"Ey Müslümanlar! Ey Sehl-i Tüsterî'nin kıymetli cemaati!"
diye seslendi cemaate.
"O büyük zât, vaktiyle bana; "Ey Şâd-ı dil! Ne zaman aramıza katılacaksın? Ne zaman îmân edip, zünnarını atacaksın?" demişti. İşte ey Müslümanlar, o vakit şimdi geldi ve
ben de sizin gibi Müslümanım" dedi.
Ve başından "sorguc"unu, belinden "zünnar"ını çıkarıp fırlattı bir kenara.
Dediği olmuştu mübârek zâtın.
www.gonulsultanlari.com