Menkîbeler
Abdüllatif Uyan / abdullatif.uyan@tg.com.tr


Varalım, hâtırını soralım
21.11.2012

Hazret-i Ebû Bekr (radıyallahü anh) islâma geldiği vakitte, Hak Sübhânehû ve teâlâ aşkına ve Habîbullah (sallallahü aleyhi ve sellem) aşkına, seksenbin altın fakîrlere sadaka eyledi.
Kırkbin altın gizli.
kırkbin de âşikâr.
O hâle geldi ki, giyecek elbisesi kalmamış idi. Sonra eskimiş siyah kıldan bir abâ eline geçti.
Üzerine onu giydi.
Sonra sabah oldu.
Namazı vakti gelince, mescide ve Habîbullah hazretlerinin huzûr-u seâdetlerine gidemedi. Server-i Enbiyâ
(aleyhisselâm) sabah namazını kıldıktan sonra, mubârek arkasını mihrâba verdi.
Eshâba döndü.
Ve sahâbîlere;
"Ebû Bekr-i Sıddîk mescide gelmedi. Acabâ mubârek hâtır-ı şerîfi nasıldır. Varalım, hâtırını soralım" buyurdu.
O anda Cebrâil geldi.
Üzerinde hırka vardı.
Bu hırka, siyah kıldan bir abâ idi.
Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve selem) huzur-i şerîflerine geldi. Hazret-i Resûlullah, Cebrâîl aleyhisselâmı bu hâlde gördü.
Ve lâkin çok şaşırdı.
Hiç böyle görmemişti.
"Yâ kardeşim Cebrâîl, bu ne hâldir. Bu kıyâfet nedir?" diye sordu.
Hazret-i Cebrâîl;
"Yâ Resûlallah! Mâlumunuz olsun ki, yedi kat gökte, Arş ve Kürsî'de olan bütün melekler, şu anda bu kıyâfettedirler" dedi.
Resûl-i Ekrem;
"Bu işin aslı nedir, yâ kardeşim, bana açıkla" buyurdu.
Şöyle arzetti:
"Yâ Resûlallah! Hazret-i Ebû Bekr, Allahü teâlâ'nın aşkına ve senin dînin uğruna seksenbin altın sadaka verdi. Kırk binini gizli ve kırkbini açıktan. (devamı yarın)


www.gonulsultanlari.com