Menkîbeler
Abdüllatif Uyan / abdullatif.uyan@tg.com.tr


Cennetten pencere
28.12.2008

Behâeddîn-i Buhârî kuddise sirruh, vefat edince, büyük bir cemaatle kılındı namazı.
Ve defnedildi mübârek kabrine.
Bir talebesi telkin verdi.

Abdülkâdir adındaki bir talebesi, gördüğü bir vak'ayı şöyle anlatıyor:

Mübârek hocamızı defnedince kabirdeki hâlini merak ettim.
Ve teveccüh eyledim nûrlu kabrine.
Rabbim kaldırdı gözümden perdeyi.
Vâkıf oldum kabir ahvâline.

Şöyle ki;
Kabrine bir pencere açıldı "Cennet"ten.
Çok güzel "iki hûri" içeri girdiler.

Önce selâm verip;
- Efendim biz, nice zamandır sizi bekliyorduk. Allahü teâlâ bizleri sırf sizin için yarattı, dediler.

Ve eklediler:
- Siz bundan sonra fenâ ve çirkin hiçbir şey görmeyeceksiniz.

Hocam hûrileri dinledi.
Fakat hiç iltifat etmedi onlara.
Hattâ göz ucuyla bile bakmadı.

- Bize niçin bakmıyorsunuz? dediler.

Cevâben;
- Rabbimin dîdârını görmedikçe Ondan başka hiç birşeyi görmemeye ahdettim, buyurdu.

Ve ekledi:
- Beni sevenlere şefaat etmedikçe de hiç kimse ile meşgûl olmayacağım.

PEYGAMBERLİK VAZİFESİ

Bu zat, bir gün bâzı gençlere "Emr-i mâruf"un önemini anlatıyordu ki, bir ara;
- Bir insanın kurtuluşuna sebep olmak, Peygamberlik görevi yapmaktır, buyurdu.

Şaşırdılar:
- Peygamberlik görevi mi efendim?
- Evet. Bütün Peygamberlerin bir tek vazîfeleri vardı ki, o da, insanları gafletten uyandırmak ve Allahın birliğini herkese teblîğ etmekti, buyurdu.

Ve ekledi:
- Emr-i mâruf da bunun için yapılır işte.


www.gonulsultanlari.com