Kırk altının var ya
26.11.2008
Behâeddîn-i Buhârî kuddise sirruh zamanında bir müslüman, bu büyük Velî'nin ismini duydu birilerinden.
- Allah dostu bir Velî'dir. Kerâmetleri var, dediler.
Merak edip görmek istedi.
Ve bir gün huzûruna gidip;
- Efendim! Sizi duydum, ama ziyârete gelmekte geciktim, kusuruma bakmayın, dedi.
Mübârek zât şaka ile;
- Ama biz öyle kolay özür kabûl etmeyiz, buyurdu. Altın vermen lâzım
Adam şaşırdı.
Anlamamıştı şaka oluğunu.
- Benim altınım yok ki, dedi.
- Evinde sakladığın "Kırk altın" var ya, o altınları getirirsen, özrünü kabul ederiz.
Adamcağız ister istemez;
- Peki efendim, dedi.
Ve döndü memleketine.
Gerçekten de ziraat yapmak için evinde sakladığı "kırk altın"ı vardı adamın.
Onları alıp acele geldi ve takdim etti altınları.
Büyük Velî, o kırk altın içinden, "bir tâne" aldı.
Gerisini kendisine iâde ederek;
- Bunlarla yine zirâat yaparsın, buyurdu.
Sonra, o "bir altın"ı gösterip;
- Bu sana, haramdan gelmiş. Haramda bereket olmaz, buyurdu.
Ertesi gün, dostları sordular o kimseye:
- Sahi o altını nereden almıştın?
- Vaktiyle kumardan kazanmıştım, dedi.
VEREN İNSAN SEVİLİR
Bir gün de bu zâta:
- Efendim, insanlar tarafından sevilmemenin sebebi nedir? diye sordular.
Cevabında;
- Bir kimsenin gönlünde "dünya sevgisi" varsa, onu kimse sevmez. Eğer yoksa, herkes sever, buyurdu.
Ve ekledi:
- Başkalarının eline, avcuna bakanın îtibarı olmaz. Veren sevilir, isteyen sevilmez. Ölçü budur.
|