Gönül Sultanları.com >  Alim ve Evliyaların Alfabetik Listesi > M > Muhammed Masum Faruki > Biz dahi inanırız
Biz dahi inanırız
Muhammed Hanif adlı bir genç vardı Kabil'de.
Bir gün, bir rüya gördü, gençlik senelerinde.

İki büyük zat görüp, düşündü ki: Kim bunlar?
Allahü teâlâya çok yakın olmalılar.

O ara biri gelip, dedi: (Bu gördüklerin,
Yüksek oğullarıdır, İmam-ı Rabbani'nin.

Şu sağdaki oturan zat Muhammed Said’dir.
Soldakiyse Muhammed Masum-i Faruki’dir.)

O genç, rica eyledi hemence o kimseye:
(Beni, o soldakinin yanına götür) diye.

O dedi: (Zaten o zat, gönderdi beni sana.
Geldim ki götüreyim, seni onun yanına.)

Huzuruna varınca, uyandı bu rüyadan.
Kalbinde o veliye, muhabbet buldu o an.

Çok tesir etmiş idi, bu rüya o gün ona.
Tek gayesi, gitmekti o zatın huzuruna.

Lakin Muhammed Masum, Serhend'de idi esas.
Kabil-Serhend arası, üç aylık yoldu en az.

Yine de büyük şevkle, Serhend'e vardı hemen.
Ve Muhammed Masum’un oldu talebesinden.

Onun himmeti ile, çok kısa bir zamanda,
İlerleyip yükseldi, tasavvufi alanda.

Kulağın duymadığı, gözlerin görmediği,
Makamlara ulaştı, diğer talebe gibi.

O, Muhammed Masum'un himmetiyle nihayet,
Genç yaşta, hocasından aldı mutlak icazet.

Hocasının emriyle, Kabil'e döndü yine.
Çağırdı insanları, irşad için evine.

Ve lakin o insanlar, ona inanmadılar.
Gençliğine bakarak, istihzaya aldılar.

Dediler ki: (Sen neler iddia ediyorsun.
Hocan için, büyük bir evliyadır diyorsun.

Ne bilelim biz onun, evliya olduğunu.
Biz buna inanmayız, isbat et bize bunu.

Bize göstermez isen, bir harika, keramet,
Onun büyüklüğüne, inanmayız biz elbet.

Mesela biz bu akşam, bir yemek veriyoruz.
Yemekte, hocan dahi bulunsun istiyoruz.

Bu akşam yemeğine, o da gelirse eğer,
Anlarız ki, büyük bir veli imiş o meğer.

O zaman üstadını, biz de iyi tanırız.
Onun büyüklüğüne, biz dahi inanırız.)

Muhammed Hanif dahi, bu teklife cevaben,
(Peki) dedi onlara, hiç tereddüt etmeden.

Zira o, hocasını çok iyi tanıyordu.
Onun büyüklüğüne, kalben inanıyordu.


Sevdiler onu gayet

Kabil ile Serhend’in arası, en azından,
Yüzlerce kilometre uzak idi o zaman.

Gerçi o, hocasına pek çok güveniyordu.
Lakin buna, onları inandıramıyordu.

Dedi: (Hocam, yemeği yatsıdan sonra yerler.
Siz yemeği pişirin, o hemen teşrif eder.

Ve lakin yalnız gelmez, hocam böyle yerlere.
Oğullarını dahi getirir çoğu kere.)

Onun bu sözlerini, ciddiye almadılar.
Ve çeşitli sözlerle, istihzaya aldılar.

İhtimal vermediler asla geleceğine.
Yemeği hazırlayıp, geldiler kendisine.

Dediler ki: (Üstadın gelmedi, nedir sebep?
Daha bekleyelim mi, ne dersin buna acep?)

Muhammed Hanif ise, hiç merak etmiyordu.
Nasıl olsa üstadım teşrif eder diyordu.

Sofralar hazırlandı ve konuldu yemekler.
Ve yedi kişilik de bırakıldı boş yerler.

Oturdu kendileri yerdeki minderlere.
Dediler: (Onlar dahi, oturur şu yerlere.)

Lakin böyle demekle, alay ediyorlardı.
Zira geleceğine inanamıyorlardı.

O an Muhammed Hanif, (yemekler hazır) diye,
Çağırdı üstadını kalb yoluyla yemeye.

Henüz murakabeden açılmadan gözleri,
Girdi altı oğluyla o büyük zat içeri.

Bunu, oradakiler gözleriyle gördüler.
Hatta hayretlerinden, hep şaşkına döndüler.

Hepsi çok şaşırmıştı ne yapacaklarını.
İyi anlamışlardı, bu kabahatlarını.

Az sonra, o büyük zat buyurdu ki onlara:
(Muhammed Hanif için geldik biz buralara.

Onu çok sevdiğimden, kabul ettim yemeyi.
Yoksa biz istemeyiz, keramet göstermeyi.

Siz de istemeyiniz, velilerden keramet.
Yoksa, büyük zarara uğrarsınız akıbet.)

Bir yandan yemek yerken, bir yandan konuştular.
O sohbet eyledikçe, davetliler coştular.

Sohbetin tesiriyle, sevdiler onu gayet.
Onun büyüklüğüne inandılar nihayet.

Dediler: (Ey efendim, sizden özür dileriz.
Lütfen bizi affedin, hata ettik çünkü biz.

Biraz daha kalınız, bir imkanı var ise.
Bu sohbet, deva oldu kararmış kalbimize.)

Buyurdu ki: (Kimseye haber verememiştik.
Bu davet üzerine, aniden gelmiş idik.)

Sonra veda ederek, ayrıldılar o evden.
Oradaki insanlar, bu hali görüp hemen,

Dediler: (Hakikaten bu zat büyük bir veli.
Zira bir anda aldı, üç aylık mesafeyi.)

www.gonulsultanlari.com