Gönül Sultanları.com >  Evliya Nasihatleri > Kurtarıcı sekiz mesele > Bir duası ile
Bir duası ile
Bir kadı var idi ki Abdurrahman isminde,
Çok kadılık yapmıştı Kudüs ve Kahire'de.

Evi de, Abdülehad Efendi dergahının,
Bitişiğinde olup, aşığıydı bu zatın.

O, bir gün heyecanla gelerek bu veliye,
Yalvardı (Oğlum için bir dua edin) diye.

Oğlu, taun derdine birden yakalanmıştı.
Diğerleri hep ölmüş, tek bu oğlu kalmıştı.

Cevaben buyurdu ki: (Ben, aciz bir kimseyim.
Onun kurtulmasına, yok elimde bir şeyim.)

Sonra geçti içeri, iki rekat bir namaz.
Kılıp, Hak teâlâya eyledi dua, niyaz.

Sonra kalkıp dedi ki: (Oğlunuz buldu sıhhat.
Evinde, elbiseyle dolaşıyor şu saat.)

Ayrılıp, sevinerek evine geldi kadı.
Gördü ki, hakikaten sıhhat bulmuş evladı.

Yine bu veli zatın vardı bir talebesi,
Çok idi üstadına bağlılığı, sevgisi.

Bu talebe, zamanla ederek sa'y-ü gayret,
Çalışıp, kadılığa yükseldi en nihayet.

Sonra tayin olundu bir yere kadı diye.
O yere gitmek için, gidip bindi gemiye.

Az sonra bir fırtına, bir rüzgar bindirerek,
Parçalandı gemide ne varsa yelken, direk.

Ediyorken her kişi ah-ü figan ve feryat,
Yetişti o sırada hazret-i Abdülehad.

Yolculara görünüp, buyurdu: (Ey insanlar!
Niçin bağırırsınız, ne bu feryat figanlar?

Deniz de bir mahluktur, yapar emredileni.
Kurtarır Hak teâlâ elbet Allah diyeni.)

Sonra nida etti ki: (Ey fırtına, ey rüzgar!
Hemen sakin olun ki, kurtulsun bu insanlar.)

O, Allah'a sığınıp edince böyle niyaz,
Deniz, sakinleşti ve insanlar oldu halas.

Bir gün de vezirlerden birisi, bu veliye,
Bir kese altın alıp, etti ona hediye.

Daha sonra oturup, dinledi sohbetini.
Lakin şöyle düşünüp, çok beğendi kendini:

Bu kadar çok kıymetli, hem bu kadar çok fazla,
Hediyeyi, hiç kimse kimseye vermez asla.

Böyle düşündüğünü anlayıp o veli zat,
Sohbetini keserek, vezire döndü bizzat.

Buyurdu ki: (Ey vezir, getirdiğin bu altın,
İle minnet etmeye kalkışma bize sakın.

Toprak ile farksızdır bizce bunlar, tamam mı?)
Der demez toprak oldu altınların tamamı.

Vezir, düşündüğüne utandı, oldu tuhaf.
Huzuruna giderek, yalvarıp diledi af.


Önce sevmezdi, ama...

Körükçüzade diye, vardı ki âlim bir zat,
Bu veliye, soğukluk duyuyordu o bizzat.

Her gün, Süleymaniye camiinde ders ve vaaz,
Edip, İslamiyet’i ediyordu halka arz.

Lakin onun hakkında, hakikate mugayir,
Kelamlar ediyordu kötülüğüne dair.

Abdülehad Nuri’nin talebeleri ise,
Bunları işiterek, düşerlerdi yeise.

Onun bu sözlerinden rahatsız olup gayet,
Onu, hocalarına eyleyince şikayet,

Buyurdu: (Evlatlarım, sabrediniz az daha.
Onun bu düşmanlığı, dönüşecek dostluğa.)

Fazla zaman geçmemiş idi ki, bu veli zat,
Dergahta, talebeye ediyorken nasihat,

Buyurdu: (Biraz sonra, Körükçüzade Hoca,
Bu dergahtan içeri girecektir doğruca.)

İnanamıyorlardı talebeler buna hiç.
Herbirinin kalbini, sardı büyük bir sevinç.

Onun dediği gibi, hakikaten az sonra,
Körükçüzade Hoca gelip girdi huzura.

Bu büyük evliyanın eline sarılarak,
Hürmet ile öptü ve ağladı hıçkırarak.

Ona buyurdular ki: (Malumumdur rüyanız.
Şimdi lütfen söyleyin ne ise muradınız.)

Körükçüzade ise, arz etti ki ona ilk:
(Efendim, kırk senedir yaparım müderrislik.

Bunca yıl, camilerde ederek her gün vaaz,
Resulün sünnetini hep eyledim halka arz.

Lakin Resulullahın mübarek nur cemali,
Görünmedi rüyada, dert ettim ben bu hali.

Her gün onun dinine hizmet eyledim de hep,
Ne için bu şereften mahrum oldum ben acep?

Şeklinde düşünerek yattığımda dün gece,
Gayet ruhaniyetli rüya gördüm şöylece.

Bana nida etti ki rüyada bir münadi:
Kalk da, Abdülehad'ın dergahına git haydi!

Bu derdimin ilacı sizde imiş efendim.
Bir himmet buyurun da, hallolsun işbu derdim.)

Abdülehad Efendi eğilip biraz ona,
Bir şeyler fısıldadı gizlice kulağına.

Buna, Körükçüzade sevinmişti begayet.
Gitti ve ertesi gün yeniden etti avdet.

Dedi ki: (Ey efendim, sevinçliyim bir nice.
Zira bu devlet ile şereflendim bu gece.

Kırk yıldır bu şerefe ermemişken maalesef,
Sizin himmetinizle bugün oldum müşerref)

Soğukluğun yerine sevgi doldu o kalbe.
Hatta o günden sonra, oldu ona talebe.


Saymazsan bitmez

Mahmud Efendi diye vardı bir talebesi.
Pek çoktu bu veliye bağlılığı, sevgisi.

Geldi Mahmud Efendi, hanım ve çocuğuyla,
Bir ev kiralayarak, yerleşti İstanbul'a.

Abdülehad Efendi, bu Mahmud Efendi'ye,
O zamanlar üç akçe vererek harçlık diye,

Buyurdu ki: (Saymazsan, daha ziyadeleşir.
Hatta ölene kadar, bu, size kâfi gelir.)

Mahmud Efendi der ki: (Aldım o üç akçeyi.
Onları kullanırdım almak için herşeyi.

Üstadımın emriyle, onları hiç saymadım.
Yedi sene, onlarla geçimimi sağladım.

Lakin sayma arzusu olurdu bende fazla.
Yine de sabrederek, saymazdım onu asla.

Fakat bir gün, bu arzu bana galip gelerek,
Saydım o akçeleri, nefsime yenilerek.

Beşyüz akçe idi ki, azaldı gün geçtikçe.
Ve birkaç gün geçmeden, kalmadı tek bir akçe.)

Bir de Ali Efendi vardı ki talebeden,
Bu zat, Kastamonu'da otururdu evvelden.

Kendisi anlatır ki: (Zuhur etti bir işim.
Bunun için bir sene, İstanbul'a gitmiştim.

Abdülehad Efendi, o zamanlar Bayezid,
Cami-i şerifinde ders verirmiş çok vakit.

Öğrenince vaazını Bayezid camiinde,
Gittim ki, görüşeyim büyük merak içinde.

Vaazını dinleyince, duygulandım begayet.
Kalbimde, ona karşı duydum büyük muhabbet.

Elini öpüyordu cemaat bu kişinin.
Ben de girdim sıraya, elini öpmek için.

Dikkatimi bir husus çekmişti ki o günü,
Kapalı tutuyordu, açmıyordu gözünü.

El öpüp, bir rüyamı söylemeden ben daha,
Dedi: (Ali Efendi, bekliyorum dergaha.)

İsmimle hitab etti, daha çok ettim hayret.
Üç gün sonra, dergaha gidip ettim ziyaret.

Elini öpmek için vardığımda yanına,
Gözü kapalı idi, bakmadı yine bana.

Velakin buyurdu ki: (Ne için geç kaldınız?
Şöyle değil mi idi o geceki rüyanız?

Tabiri şöyledir ki: Geçince yirmi sene,
Temelli gelirsiniz İstanbul beldesine.

O zaman Üsküdar’da ikamet eyleyiniz.
Zira o topraklarda olur sizin yeriniz.)

Aradan yirmi sene geçince hakikaten,
Taşındık İstanbul'a, hiç niyette yok iken.

İstanbul yakasında mekan tuttuk hakikat.
Bunu, yirmi yıl önce demişti bize o zat.

www.gonulsultanlari.com