Gönül Sultanları.com >  1001 Güzel Menkîbe > Altından kıymetli şey, dua almaktır > İnsan güzeli bir genç
İnsan güzeli bir genç
Musab bin Umeyr “radıyallahü anh”, insan güzeli bir gençti.
Mekke’nin en zarif, en narin, en kibar delikanlısıydı o.

Tahsilli ve kıvrak zekalıydı.
Üstün fesahat ve belagata sahipti.

Ayrıca çok zengin bir ailenin çocuğuydu.
Bütün ailenin gözü onun üzerindeydi.

Ama o, içinde bulunduğu halden memnun değildi.
Birçok şey manasız geliyordu ona.

Mesela şu putlara “tanrı” diye tapmayı kabul edemiyordu bir türlü.

Kendi kendine;
“Hayır!” diyordu. “Cansız heykeller asla ilah olamaz!”

O, böyle düşünedursun, Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” gizli gizli İslam’ı anlatıyordu bir yerde.
Erkam’ın evinde.

Aradığını bulmuştu

Ve bir gün;
Musab o sokaktan geçerken, bazı gençlerin bir eve girdiklerini gördü.

Kendi de gayr-i ihtiyari içeri süzülüp çöktü bir yere.
Ve nefes almadan dinledi Resulullah efendimizin sohbetini.

“Ne güzel sözler”, dedi içinden. “İşte ben bunu arıyordum”.
Bütün “Acaba?”larına cevap bulmuştu.

“Kelime-i şehadet”
i söyledi orada.
Şimdi O, daha bir güzeldi.

Zahiri güzelliğine, batıni güzellik de eklenmişti.
Ama babası habersizdi bu olanlardan.

Bir müşrik, onu namaz kılarken görüp koştu babasına, haber verdi:
- Gözümle gördüm.

- Neyi gördün?
- Musab’ın namaz kıldığını.

Bu ihbar, bomba gibi patladı evde.
Ve o akşam sorguya çekildi genç sahabi:

- Sen dinden mi çıktın oğlum?
- Hayır baba, dine yeni girdim.

Adamın yüzü gerildi:
- Söyle! Müslüman olduğun doğru mu?
- Evet, doğru.

İşte o anda çileden çıktı babası.
Üzerine titrediği sevgili oğlu, “can düşmanı”ydı artık.

Emretti evdekilere:
- Atın şunu mahzene!

Sonra işkence başladı.

Onu anlayamadılar

Peki niye?
Müslüman oldu diye.
Dininden dönsün diye.

Ama hayır.
Hiçbir şey, onu dininden döndüremeyecekti.
Döndüremedi de.

Adam çaresizdi.
İşkence kâr etmeyince, alttan aldı bu sefer.
- Bak oğlum, cahillik etme. Muhammedi inkâr et. Sen ki, bu şehrin en akıllı genciydin. Ne oldu sana? Ona nasıl kandın?

Hazret-i Musab’ın “radıyallahü teâlâ anh” tek cevabı vardı:
La ilahe illallah Muhammedün Resulullah

Tabii yeniden zindan.
Tekrar işkence.

Bir gün saatlerce kırbaçlayıp, yüzünü kumlara sürttü.
Elleri kabarasıya değnek vurdu.

Ve kızgın kayalara bağlayıp, terk etti sahraya.
Ama Musab, bir yolunu bulup çözdü urganlarını.

Ve koştu Efendimiz aleyhisselama.
Ama babası pes etmedi.

Şehirde bir nevi ambargo uyguladı ona karşı.
Hazret-i Musab için anne baba yoktu artık.

Aile, akraba, komşu yoktu.
Ama, “Allah” vardı “celle celalüh”.

“Allah’ın Habibi”
vardı.
Ve “Müminler” vardı.

Bunlar da yetiyordu ona zaten.
Nihayet Habeşistan’a hicret etti.

Ama bir süre sonra Efendimiz aleyhisselamı özledi.
Burnunda tüttü adeta.

Ve dayanamadı.
“Ölümse ölüm!” deyip düştü yollara.

Şehre girdiğinde, Efendimiz aleyhisselam hazret-i Ali ile bir kenarda oturmuş sohbet ediyordu.

Onu uzaktan görünce hüzünlendiler.
Mübarek gözleri yaşla doldu.
Çünkü üzerinde, iplikleri sökülecek kadar eski, yamalı bir elbise vardı Musab’ın.

Hazret-i Ali’ye dönüp;
“Kalbini, Allahü teâlânın nurlandırdığı şu kimseye bak”, buyurdular. “Anne ve babasının, ona en iyi yiyecek ve içecekleri verdiğini bilirim. Ama Allah ve Resulünün sevgisi uğruna ne hale gelmiş”.

www.gonulsultanlari.com