İran Evliyasından Muhyiddin-i Dusti hazretlerine “rahmetullahi aleyh”, bir gün bazı dostları gelip; 
- Dünyada en güzel şey nedir? diye sordular. 
 
Cevabında; 
- Dünyada en güzel şey, dünyaya düşkün olmamaktır, buyurdu. 
 
Anlayamadılar. 
O zaman sordu onlara: 
 
- Sizce dünyada en kıymetli maden nedir? 
- Altındır efendim. 
 
- Peki altından kıymetli olan nedir? 
- Bilmiyoruz hocam, nedir? 
 
- O altını, ihtiyaç sahibi başka Müslümana vermektir. Bu din, vermek dinidir. Veren aziz olur, alansa zelil. 
 
O Serverin yaşantısı 
 
Bir gün de; 
- Resulullah efendimiz aleyhisselamın yaşantısı nasıldı? diye sordular bu zata. 
 
Buyurdu ki: 
- Efendimiz aleyhisselam, sıkıntıyla yaşamayı severdi. Öyle bir hayat yaşıyordu ki, yemek ve içmek hatırına bile gelmezdi. 
 
Merak ettiler. 
- Nasıl mesela efendim? 
 
- Mesela; “Yemek getirin yiyelim!” veya “Falanca yemeği pişiriniz!” demezdi. 
Hangi yemek getirirlerse yerdi. 
Her ne meyve verseler kabul ederdi. 
 
Sordular: 
- Az mı yerdi, çok mu efendim? 
 
- Bazen aylarca az yer, açlığı severdi. Bazen de çok yerdi. Yemek sonunda su içmez, başkalarıyla yemek yerken, herkesten sonra el çekerdi. 
 
Kolay ölmek için 
 
Bir gün de bazı sevdiklerine; 
- Ölürken ruhunuzun kolay çıkmasını ister misiniz? diye sordu. 
 
Cevaben; 
- Elbette isteriz efendim, dediler. 
 
- Öyleyse verici olun, buyurdu. Müslüman, almayı değil, vermeyi düşünür. Onu kârlı bilir. Alınca değil, verince sevinir. 
 
Ve ekledi: 
- Yaşarken vermeye alışan, ölürken ruhunu da kolay verir. Öyle ki, tereyağından kıl çeker gibi çıkar da haberi bile olmaz. 
 
- Ya vermeye alışmamışsa efendim? 
 
- Onların işi zordur. Vermeye alışmadıkları için ruhlarını da zor verirler. 
Öyle ki, yaş keçeden diken söker gibi zor çıkar ruhları.
   |