Evliyayı kiramdan Seyyid Abdülhakim-i Arvasi “kuddise sirruh” hazretleri, bir gün şunu anlattı sevdiklerine
Veysel Karani hazretlerine, uzak yoldan bir kimse gelip;
- Bana nasihat eder misiniz, diye rica etti.
Cevaben sordu ona:
- Sen Allahü teâlâyı bilir misin?
- Elbette bilirim efendim.
Buyurdu ki;
- Öyleyse başka şeyi bilmene gerek yok.
Yolcunun çok hoşuna gitti bu cevap.
- Bir nasihat daha etseniz efendim, dedi.
Mübarek zat sordu bu defa:
- Peki Allahü teâlâ seni biliyor mu?
- Elbette biliyor efendim.
Buyurdu ki:
- Öyleyse başkasının bilmesine gerek yok.
Mümin, Allah’ın sevdiğidir
Bir gün de sohbetinde;
- Müminin kelamı ve taamı şifa olduğu gibi, siması da şifadır, buyurdu. Yani müminin yüzüne muhabbetle bakmak, insanın kalbine şifa verir.
Ve izah etti:
- Çünkü mümin, Allahü teâlânın veli kuludur. Onun sevdiği kimsedir. Ona sevgiyle bakmak, muhabbetle dua etmek, ona yardım etmek, Cenâb-ı Hakkın rızasını kazandırır.
Ve ekledi:
- Hepimiz, bu dünyada bir gaye için yaratıldık.
Sordular:
- O gaye nedir efendim?
- Allahü teâlânın rızasını kazanmaktır. Bu da, Onun kullarına iyilik etmekten geçer. Onun kullarına vermek ve Onların duasını almaktan geçer.
Ve özetledi:
- Velhasıl Onun kullarını razı eden, Cenâb-ı Hakkı razı etmiş olur. Onun kullarından maksat da, önce anne baba, sonra hoca, sonra arkadaştır. Ve daha kimlerin hakkı varsa, herbirinin rızasını almak gerekir.
|