Muinüddin-i Çeşti hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Resulullahın “aleyhisselam” Ravda’sını ziyarete gittiğinde, Efendimiz “aleyhisselam” mübarek kabrinden, bizzat kendi sesiyle onu yanına çağırmıştı.
O, bu sesi duyunca, ağlamaya başladı sevincinden.
Gözlerinden yaşlar dökerek ve salevat okuyarak ilerledi Ravda'ya.
Ravda'nın kapısında, edeble beklerken;
- İçeriye gel! diye, bir ses duydu.
Efendimizin “aleyhisselam” sesiydi bu da.
Mahcub bir halde Ravda’ya girdi ve Resul-i kibriya’yı “aleyhisselam” görmekle şereflendi.
Efendimiz “aleyhisselam” kendisine;
- Ya Muinüddin! Git, Hindistan’da benim dinime hizmet et! buyurdu. Orada, benim evladımdan Hüseyin adında biri küffârla savaşırken şehid düştü. Bu diyar neredeyse kâfirlerin eline geçecek. Durma, hemen oraya git!
Ve ekledi:
- Sen oraya varınca, kâfirler mağlub olur ve o diyar İslam’ın nuruyla aydınlanır.
Sonra da bir nar verip;
- Al bunu. Buna bakıp, Hindistan’ın yolunu bulursun, buyurdu.
Mükemmel bir haritaydı
Muinüddin-i Çeşti hazretleri, Resulullahın “aleyhisselam” mübarek elinden aldı o narı.
Baktığında, dağları, ovaları, nehirleri gördü o narın üzerinde.
Mükemmel bir haritaydı yani.
Resulullahın “aleyhisselam” mübarek ruhuna bir Fatiha okuyup, kırk kişiyle birlikte düştü Hindistan yollarına.
Dağlar, tepeler aştılar.
Nihayet selametle, Ecmir’e ulaştılar.
Yorgun ve açtılar.
Bir inek satın aldılar orada.
Onu kesip etinden yemek yapıyorlardı her gün.
Ancak o yerin halkı ineğe tapıyorlardı.
Bunu öğrenince, bir meydanda toplanıp, taşlarla, sopalarla bunların üzerine saldırdılar.
Muinüddin-i Çeşti “rahmetullahi aleyh”, yerden bir avuç toprak alıp saçtı o kâfirlerin üzerine.
O topraktan, kime isabet ettiyse, anında taş kesilip, olduğu yerde kala kaldı. Bir santim ileriye yürüyemiyorlardı.
Aciz kalıp geri döndüler mecburen.
Gidip bu harikulade hali meşhur Cinlerine haber verdiler.
Ve onu, kendilerine yeni başkan seçip, müminlere bir daha saldırıya geçtiler.
Lakin o Cin Muinüddin-i Çeşti hazretlerini “rahmetullahi aleyh” görünce yaprak gibi titremeye başladı birden.
Sonra gelip hürmetle kapandı ayağına.
Ve huzurunda imanla şereflendi.
Diğerleri dönüp hükümdara geldiler.
Ve bu gördüklerini haber verdiler ona.
Hükümdar müşrik idi.
Duyduklarına inanamadı.
Hayretler içinde kaldı.
O devirde sihirbazlık işinde meşhur olan, Ecipal isminde biri vardı ki, hükümdarın ümidi, bu sihirbazdaydı artık.
O da, kendisine çok güveniyordu.
Hükümdarın huzuruna çıkıp;
- Hükümdarım, bu işi bana bırak. Onlar, benim sihrimin karşısında tutunamaz, giderler, dedi.
Sonra bütün avenesini arkasına takıp, kendi de bir Ceylan postuna oturup, büyük gürültülerle, bağırıp çağırarak geldiler.
Kendisi, uçarak geliyordu.
Muinüddin-i Çeşti hazretleri, gelenleri görünce, müminlerin etrafına bir çizgi çizdi ve;
- Sakın bu daireden dışarı çıkmayınız! buyurdu.
Sihirbaz Ecipal ve avanesi, bu daireden içeri giremediler.
Çok uğraştılar, ama muvaffak olamadılar.
Halbuki bu Ecipal sihirbazı, dünyaca meşhurdu.
Bu hali görünce hayretinden;
- Hayır, hayır, olamaz! dedi. Dünyada benim gibi bir sahir yokken, bir insanın karşısında nasıl mağlub olurum.
Zira hiçbir şey yapamıyordu bu büyük Veli’nin karşısında.
Bütün sihirlerini denedi birer birer.
Kâr etmedi.
Dağlardan, milyonlarca yılanları, sihir yaparak gönderdi bu müminlerin üzerine.
Yılanlar, sürüler halinde dere tepe aştılar.
Sular gibi akarak, onlara ulaştılar.
Ama, o çizgiye gelince zınk diye durdular.
Bir santim bile giremediler içeri.
Bu sihir de tutmamıştı.
Bunda da aciz kalınca, bu defa sihirle üstlerine ateş yağdırmayı denedi.
Dört bir yandan ateşler gönderdi üzerlerine.
Ama tek bir kıvılcım bile giremedi o çizgiden içeriye.
O meşhur sihirbaz mağlup ve meyus halde geri döndü mecburen.
Hükümdara gelip;
- İzin ver, tek başıma gideyim, dedi.
Ve bir ceylan derisinin üstüne oturup, havada uçarak geldi müminlerin üzerine.
Ve Muinüddin-i Çeşti hazretlerini tehdit etmeye başladı uzaktan.
Bu hali, hırlayan bir köpeğe benziyordu aynen.
Büyük Veli, o sihirbaza;
- Sen, yerde ne yaptın ki, havada ne yapacaksın? buyurdu.
Bu söz üzerine sihirbaz, postunun üzerinde göğe doğru yükselmeye başladı. Tâ ki görünmez olunca, Muinüddin-i Çeşti hazretleri, pabucunu çıkardı.
Ve havaya fırlatıp;
- Haydi sen de havaya çık da, o sihirbazın başına vura vura indir onu aşağı! buyurdu.
Pabuç, süratle yükselip, yetişti o kâfire.
Ve başına vura vura indirdi onu yere.
Artık sihir yapmaya mecali kalmamıştı.
Pişmanlık duygusu kaplamıştı içini.
Üzüldü, mahcup oldu ve bu duygular içinde kapandı Muinüddin-i Çeşti hazretlerinin ayağına.
Büyük Veli, onu kaldırıp, bir bardak su ikram etti.
Ecipal onu içince, kalbi İslam’a döndü birden.
Hidayet nuruyla aydınlandı.
İmanla şereflendi
Yapacağı tek iş vardı artık.
Kelime-i şehadeti söyleyip imanla şereflendi.
Muinüddin hazretleri “rahmetullahi aleyh” ona;
- Ey Ecipal, bir arzun varsa söyle, buyurdu.
Ecipal, fevkalade hürmet göstererek;
- Tek arzum var, dedi.
- O nedir?
- Sizin gibi üstün insanların, riyazetler çekerek en son ulaştıkları en üstün makama kavuşmak istiyorum. Mümkünse tabii.
Büyük Veli;
- Pekâlâ, buyurdu.
Ve merhametle bir nazar etti ona.
O nazarla tasavvufun en yüksek mertebesine çıktı.
Ecipal, iman ve hidayete kavuşup, Evliyalıkta da çok yüksek bir makama ulaşınca, Muinüddin-i Çeşti hazretlerine;
- Efendim, münasip görürseniz şöyle merkezi bir bölgede ikamet eyleseniz de insanlar size daha kolay gelip istifade etseler, diye arzetti.
Muinüddin-i Çeşti “rahmetullahi aleyh”, uygun gördü bunu.
Ve bulunduğu yerden göç edip, şehrin tam merkezine taşındı o gün.
Sonra da yanındaki müminlere;
- Gidiniz, şu gafil hükümdara putperestliği bırakmasını söyleyiniz! buyurdu.
Onlar da gidip;
- Ey hükümdar, Muinüddin-i Çeşti hazretleri, sizin için; (Eğer putperestliği bırakıp da iman etmezse, ahirette çok pişman olur, âh eder, ama bu pişmanlığın faydası olmaz) buyuruyor, dediler.
Böyle söyledilerse de, yine imana gelmedi.
İnat etti küfründe.
Büyük Veli gadaba geldi
Geri dönüp durumu söylediler.
Muinüddin-i Çeşti hazretleri gadaba geldi.
Gayretine dokundu.
O yakınlarda bir İslam hükümdarı vardı ki, o gece onun rüyasına girerek;
- Ey sultan! Askerinle bu diyara gel ki, Hindistan sultanlığı sana müyesser olacak, buyurdu.
Sultan uyanıp, çağırdı âlimleri huzuruna.
Gördüğü rüyayı anlatıp;
- Bunun tabiri nedir? diye sordu.
Âlimler;
- Ey sultan, rüyanız mübarektir, dediler. O zatın dediğini yapınız. Ordunuzu alıp, acele o diyara gidiniz.
Sultan;
- Peki, dedi onlara.
Ve sürdü ordusunu Hindistan’a.
Hiçbir mukavemetle karşılaşmayıp, koca Hindistan ülkesini fethetti baştan başa.
Ve bu topraklar İslam’la nurlandı tamamen.
|