İmam-ı Tirmizi hazretleri “rahmetullahi aleyh”, kusuru daima kendinde bilir, kimsede hata kusur aramazdı.
Birine darılsaydı, bilakis daha iyi davranırdı o kimseye.
Herkese ihsanda bulunurdu.
Ama kendini üzenlere daha çok ihsan yapardı.
Komşuları da bilirdi bunu.
Bir gün hanımına gelip;
- Hakim-i Tirmizi'nin hiç kızdığı oluyor mu? diye sordular merakla.
- Elbette, oluyor, dedi.
- Peki, kızdığını nasıl anlıyorsun?
- Çok kolay. İki şeyden anlıyorum.
- Nedir onlar?
- Birincisi, kızdığı zaman bize karşı daha iyi davranır, bize daha çok iyilik ve ihsan yapar. İkincisi de kızdığında daha çok ibadete sarılır.
Ve ekledi:
- Ayrıca biz bir kusur yaptığımız zaman kabahati kendinde bilir, ben iyi olsaydım, onlar bunu yapmazlardı diye düşünürdü.
İşin başı muhabbet
Bu zat bir sohbetinde;
- Bir kimsenin kalbinde Allah dostlarına karşı muhabbet varsa, o büyüklerin kalbinden onun kalbine feyiz ve hikmet akar, buyurdu.
Ve ekledi:
- Onların kitabını severek okuyan da bu feyizden nasiplenir.
Sordular:
- Kitap okumakla da feyz gelir mi efendim?
- Elbette. Kitap okumak, sohbet etmek gibidir ve çok mühimdir. Zira hiç kitap okumadan bir ömür geçiren kimse, mahşer günü ne bahane bulacak ve ne özür söyleyecek?
Ve ilave etti:
- Haberim yoktu demek, insanı kurtaramaz. Bilmiyordum demek de geçerli özür değildir.
- Neden efendim? dediler.
- Çünkü dinimizi öğrenmek, ilk vazifemizdir bizim. İnsan, hocasına veya rehberine tam teslim olursa, onun kalbine sel gibi nur ve feyiz akar.
Şöyle bitirdi:
- İslamiyet, teslim olmak dinidir. Yani insan, büyüklerinin emrine hemen Peki demelidir. Peki diyen kurtulur çünkü.
|