Biri, Davud Tai’den nasihat isteyince,
Buyurdu ki: (Vaktini değerlendir şöylece.
Bu dünyada ne kadar kalacaksan sen eğer,
Buna, o kadar çalış ve o kadar ver değer.
Ahirette ne kadar kalacak isen şayet,
Ona da öyle çalış, o kadar eyle rağbet.
Ve ateşe, ne kadar dayanabiliyorsan,
O kadar günah işle, olursun yoksa pişman.)
Bir gün pazara çıkıp, hurma gördü ise de,
Yoktu o an parası, almak istediyse de.
Dedi ki: (Parasını vereyim yarın sana.
Bir dirhem kıymetinde hurma ver biraz bana.)
Tanımadı hurmacı, onun kim olduğunu.
Dedi ki: (Veresiye satmıyorum ben bunu.)
Ayrılıp gitti ordan bu cevabı alınca.
Hurmacı da, Davud’u tanıdı ayrılınca.
Bir kesenin içine, bin dirhem doldurarak,
Götürüp arz edince arkasından koşarak,
Buyurdu ki: (Bunlarla, yok benim hiç bir işim.
Ben, nefsime haddini bildirmek istemiştim.
Nihayet anladı ki o da bu vesileyle,
Hiç yokmuş itibarı bir dirhem olsa bile.)
Derdi ki: (Ya ilahi, senin korkun ve sevgin,
Bana bir dert oldu ki, hükmü yok başka derdin.
Günahım öyle çok ki, gelmez tadat etmeye.
Vaktim yok başkasının günahını görmeye.)
Davud’un hanesine gelmişti Ebu Yahya.
Ve lakin ilişmedi gözüne hiç bir eşya.
Kerpiçten bir yastığı, bir hasır, bir su kabı.
Baktı, hatta yok idi hanesinde bir kapı.
Dedi: (Vahşi hayvanlar bir zarar verir size.
İsterseniz bir kapı takalım hanenize.)
Buyurdu: (Korursunuz beni bu hayvanattan.
Peki, kim koruyacak kabirdeki azaptan?
Hem öyle büyüktür ki mezardaki yılanlar,
Hiç kalır ona göre, bu dünyada olanlar.)
Harun Reşid dedi ki bir gün Ebu Yusüf’e:
(Gidelim senin ile Davud'u ziyarete.)
Gelip çaldı kapıyı içeri girmek için.
Ve lakin girmesine vermedi Davud izin.
Rica etti annesi kapıyı açsın diye:
(Evladım sultan gelmiş, aç da al içeriye.)
Dedi ki: (Anneciğim, mazur gör şimdi beni.
Görmek istemiyorum dünya ehli birini.
Dünya adamlarıyla ne işim vardır benim?
Ben onları görünce, kararır zira kalbim.)
Sonradan izin verdi, o ısrar eyleyince.
Harun Reşid içeri girebildi böylece.
O içeri girince, söndürdü kandilini.
Dedi: (Gözüm görmesin, dünya ehli birini.) |