Vakta ki Ömer Faruk, yaparken halifelik,
Elçi göndermiş idi, kendisine bir melik.
Birine sordu elçi Medine'ye gelince:
(Sizin sultanınızın sarayı nerde?) diye.
O kimse çok şaşırdı sualine elçinin.
Dedi: (Yoktur sarayı, bizim halifemizin.
O, şimdi bu saatte, Medine dışındadır.
Asayiş temin için, sahralarda dolaşır.)
Bu sefer, daha fazla hayretle sordu elçi:
(Bulunmaz mı yanında, bir muhafız ve bekçi?)
O, (Bulunmaz) deyince, isteyip ondan izin,
O da çıktı sahraya, sultanı görmek için.
Cihanın titrediği, o haşmetli büyük zat,
Kuru toprak üstünde, uyuyordu o saat.
Onu böyle görünce, düşündü ki: Herhalde,
Halife bu kişidir, sevindi fevkalade.
Dedi ki: (Şark ve garpta, milyonlarca kişi, hep,
Bu zattan korkuyorlar, hikmeti ne ki acep?
Şunu öldüreyim de, kimseler yokken şu an,
Kurtulsun bütün dünya, bu zatın korkusundan.)
Kılıcını kaldırıp, vurmadan henüz daha,
Çıktı yerin altından, koskoca bir ejderha.
Saldırdı üzerine, ona fırsat vermeden.
Korkudan, kılıcını düşürdü elçi hemen.
O sırada Halife, uyanıp kalktı derhal.
(Ne oluyor?) diyerek, elçiye etti sual.
Elçi bunu görünce, insafa geldi o an.
Şehadeti getirip, oldu hemen Müslüman.
Bir gün de kıtlık oldu Medine'de bir ara.
Düştüler Müslümanlar, çok sıkıntı ve dara.
Halife, kendisinin, kestirip devesini,
Fakir ve gariplere dağıttırdı hepsini.
Ve lakin hizmetçisi, etin iyi yerinden,
Ayırıp, onun için, pişirdi ayriyeten.
Getirip verdiğinde, üzüldü buna gayet,
Hizmetçiye sordu ki: (Nereden geldi bu et?)
Dedi: (Emrettiğiniz devenin etindendir.
Tamamını dağıttık, bu da senin hissendir.)
Halifenin yüz rengi, değişti birdenbire.
Dedi: (Yazıklar olsun, benim gibi Emir’e.
Kendisine ayırır, etin iyi yanını,
Dağıtır fakirlere, geriye kalanını.
Ben bu eti yiyemem, derhal kaldır önümden.
Çoluk çocuk sahibi bir fakire ver hemen.
Sakın böyle iş yapma sen kendi bildiğine.
Her günkü yemeğimden, sen bana getir yine.)
Hizmetçi, o yemeği, bir fakire vererek,
Getirdi ona yine, zeytinyağı, tuz, ekmek. |