Resulullah, mescitte, bir gün oturuyordu.
Sahabe-i güzine, nasihat ediyordu.
Buyurdu ki: (Her kişi, ölüp kabre girince,
İki sual meleği, ona gelir hemence.
İkisi de heybetli ve çok korkunç melektir.
Bunların sualine cevap vermek bir derttir.)
Dinleyenler içinde, hazret-i Ömer dahi,
Vardı ki, o Resule arz etti şu suali:
Dedi: (Ya Resulallah, girince kabrimize,
Şu andaki aklımız, verilecek mi bize?)
Buyurdu: (Nasıl ise, şu andaki aklınız,
Kabre girince dahi, öyle olacaksınız.)
Dedi: (Madem aklımız, kabirde verilecek.
Öyle ise yok bir şey, hiç endişe edecek.)
O, fikrini Resule eyleyince böyle arz,
Buna, hazret-i Ali, taaccüp etti biraz.
Vakta ki Ömer Faruk, göç etti bu âlemden.
Hatırladı bu sözü, hazret-i Ali hemen.
Düşündü ki: Şimdi biz, göreceğiz Ömer’i.
Bakalım olacak mı, davasının tam eri?
Nasıl cevap verecek, sual meleklerine?
Deyip, teveccüh etti hemen onun kabrine.
Yani kabre çevirip, o an nurlu kalbini,
Gördü Ömer Faruk’un, kabirdeki halini.
Baktı ki, biraz sonra, geldiler Münker-Nekir.
Suale başladılar: (Rabbin kim, dinin nedir?)
Lakin çok heybetli ve korkunçlardı o ara.
Bekledi, Ömer Faruk ne diyecek onlara?
Baktı, gayet sakindi, korkusuz, endişesiz.
Dedi: (Siz ey melekler, nereden gelirsiniz?)
Onun bu sualine, o melekler cevaben,
Dediler: (Geliyoruz, yedinci kat göklerden.)
Sordu ki: (Yedinci kat gök ile, benim kabir,
Arası, size göre ne kadar mesafedir?)
(Yedibin yıllık yoldur) diye cevap verdiler.
O zaman Ömer Faruk, dedi ki: (Ey melekler!
Tâ yedibin senelik uzak yoldan geldiniz.
Yine de Rabbinizi, unutmadınız da siz,
Ben, şimdi biraz önce, yeni çıktım evimden.
Şuracıktan kabire gelinceye kadar ben,
Ne için unutayım Rabbim ile dinimi?
Hâşâ, unutur muyum hem de Peygamberimi?)
Sonra, iki meleği, elleriyle tutarak,
Şöyle dedi onlara, çok heybetli olarak:
(Bu ümmete, bir daha, böyle korkunç, heybetli,
Gelmiyeceğinize, söz verin bana haydi!)
Allahü teâlânın, emriyle söz verdiler.
(Bu ümmete, heybetle hiç gelmeyiz) dediler.
|