Gönül Sultanları.com >  Peygamber Efendimiz > Hilye-i Saadet
Hilye-i Saadet


Her azası mükemmeldi

Server-i kâinatın mübarek yüz ve sesi,
Hatta bütün mübarek aza-yı şerifesi,

Bilcümle insanların yüz, aza ve sesinden,
Her yönüyle mükemmel ve güzeldi hepsinden.

Mesela güzel yüzü, yuvarlaktı bir miktar.
Ay gibi nurlanırdı, sevindiği zamanlar.

Bir şeye sevinip de, neşelendiği zaman,
Hemen belli olurdu bu, mübarek alnından.

Gündüz nasıl görürse o Server farz-ı misal,
Gece karanlıkta da, görürdü aynı minval.

Önünde olanları gördüğü gibi yine,
Ardındakileri de görürdü aynı böyle.

Gözde görmek halk eden Hak teâlâ, elbette,
Diğer uzuvda dahi kadirdir halk etmeye.

Yana veya geriye bakmayı etse talep,
Bütün bedeni ile dönüp de bakardı hep.

Mübarek gözlerinde kırmızılık vardı az.
Karası çok siyahtı, beyazı da çok beyaz.

İri ve güzel idi mübarek gözleri hem.
Mübarek kirpikleri uzundu ayriyeten.

İnce ve yay gibiydi, hem mübarek kaşları.
Ve yine kaşlarının açıktı araları.

Mübarek burnu dahi, çok güzeldi ve kibar.
Burnunun orta yeri yüksek idi bir miktar.

Mübarek dişleri de parlak idi ve beyaz.
Mübarek ön dişleri seyrekti hem de biraz.

Konuşmaya başlayıp, söz söylediği zaman,
Sanki nur çıkıyordu dişleri arasından.

Allahü teâlânın mahlukları içinde,
Hiç Ondan tatlı sözlü görülmedi bir kimse.

Sözleri gayet kolay anlaşılabilirdi.
Gönülleri alır ve ruhları cezbederdi.

İyi anlaşılması için de Fahr-i âlem,
Bazı zaman üç kere tekrar ediyordu hem.

Cennetin lisanı da arapça olacaktır.
Orada, Onun gibi hep konuşulacaktır.

O, güler yüzlü olup, gülmezdi söyler iken.
Mübarek dişleri de görünürdü gülerken.

Allah'ın Peygamberi, ne vakit gülse yine,
Nuru ışık verirdi duvarlar üzerine.

Peygamber-i zişânın ağlaması da, gayet,
Yine gülmesi gibi hafif idi nihayet.

Yani kahkaha ile hiç gülmediği gibi,
Yine yüksek sesle de ağlamazdı tabii.

Lakin ağladığında, gözlerinden yaş akar,
Hatta göğsünün sesi duyulurdu aşikâr.

Allah korkusundan ve Kur'anı duyduğunda,
Ağlıyordu bazan da, namaza durduğunda.


Miskten güzel kokardı

Server-i kâinatın mübarek parmakları,
İri olup, etliydi hem mübarek kolları.

Vücudunun kokusu, güzel idi miskten de.
Bedeni hem yumuşak, kuvvetli idi hem de.

İriydi kemikleri yine omuz başının.
Genişti göğsü dahi Peygamber-i zişânın.

Boy itibariyle de, yine Server-i âlem,
Uzun boylu olmayıp, kısa da değildi hem.

Gelse idi yanına, uzun bir kimse eğer,
Yine de ondan uzun görünürdü o Server.

Oturduğu vakitte, mübarek omuzları,
Diğer oturanlardan olurdu hep yukarı.

O Serverin mübarek saç ve sakalları da,
Kıvırcık ve düz değil, ondüleydi aslında.

Uzatır ve bazan da keserdi saçlarını.
Yine O, boyamazdı saç ve sakallarını.

Vefat ettiği zaman, saç ve sakallarında,
Ak kıl, yirmiden dahi azdı aralarında.

Mübarek bıyığını, zaman zaman kırkardı.
Uzunluğu ve şekli, tam kaşları kadardı.

Misvak ve tarağını ayırmazdı yanından.
Ve aynaya bakardı taranacağı zaman.

Bütün güzel huylarla, iyi ahlakın hepsi,
Peygamber-i zişânda toplanmıştı cümlesi.

Bunlar, Ona doğuştan verilmiş idi ancak.
Kazanılmış değildi sonradan çalışarak.

Asla bir Müslümana, hiç lanet etmemiştir.
Ve mübarek eliyle, kimseyi dövmemiştir.

Kendi için, kimseden almamıştır intikam.
Her işi, Allah için yapıyordu çünkü tam.

Aile efradına, hısım akrabasına,
Çok iyi muamele ederdi Eshabına.

Ev içinde yumuşak ve güler yüzlü idi.
Hizmetçisine bile tevazu gösterirdi.

İşlerinde yardımcı olurdu Eshabına.
Küçük çocuklarını, alırdı kucağına.

Fakat kalbi, bunlarla hiç meşgul değil idi.
Ruhu, her an melekler ulvi âlemindeydi.

O, bütün insanların cömerdiydi en fazla.
Bir şey istendiğinde, (yok) demiyordu asla.

Zira istenilen şey, var ise veriyordu.
Eğer mevcut değilse, hiç cevap vermiyordu.

İyi kötü herkese, o Peygamber-i zişân,
Yapardı ki o kadar çok iyilik ve ihsan,

Rum imparatorları, hatta İran şahları,
Yapamazdı o kadar ikram ve ihsanları.

Buna rağmen kendisi, kendi arzusu ile,
Yaşardı sıkıntı ve tam bir tevazu ile.

www.gonulsultanlari.com