Bir gün İmam-ı a’zam, uyurken odasında,
Resul-i müctebayı görmüştü rüyasında.
Anlattı bu rüyayı, gidip İbni Sirin’e.
Dedi ki: (Bu rüyanın, acaba tabiri ne?)
Zira o, tabiinden çok âlim bir kişiydi.
Hem o devrin tanınmış, rüya tabircisiydi.
Dedi: (Sen yapamazsın böyle bir iddiayı.
Ancak Ebu Hanife görür böyle rüyayı.)
Buyurdu: (Benim işte, dediğiniz o kimse.)
O dedi: (Aç sırtını, göreyim öyle ise.)
Peki deyip, mübarek sırtını açtı o an.
Bakınca, bir ben görüp, şöyle dedi o zaman:
(Sen öyle birisin ki, Resul, senin hakkında,
Buyurdu: Ümmetimden biri gelir yakında.
Olur iki omuzu arasında bir ben’i.
Onunla ihya eder, Hak teâlâ bu dini.)
Kıldı bir gün mescitte, o, yatsı namazını.
Çıkmak için, dışarı attı bir ayağını.
Henüz öbür ayağı, mescidin içindeyken,
Talebesinden Züfer, bir sual sordu hemen.
O mevzu üzerinde, o gece, sabaha dek,
Konuştu onun ile, güzel izah ederek.
Vakta ki sabah oldu ve okundu ezanlar.
Sabah namazı için, içeri girdi tekrar.
Öyle sarmış idi ki, onu Allah korkusu,
Her gece, bu korkuyla gelmezdi hiç uykusu.
Ağlayıp, gözlerinden akardı gözyaşları.
Ağlama seslerini, duyardı komşuları.
Yatsı abdesti ile, kırk sene hem de İmam,
Sabah namazını da kılmış idi berdevam.
Ellibeş hac yapmıştı, Beytullaha giderek.
Sonuncuda, Kâbe’den içeriye girerek,
İki rekat bir namaz kılarak erkaniyle,
Okudu o namazda, Kur'anı tamamiyle.
Sonra da, ağlayarak dedi ki: (Ya ilahi!
Sana layık ibadet yapamadım vallahi.
Lakin şu hakikati anladım ki hakkıyla,
Hiç kimse anlayamaz, seni kısa aklıyla.
Hizmetimde yaptığım kusurlarımı dahi,
İşbu anlayışıma bağışla ya ilahi!)
O, gözyaşı dökerek, edince böyle dua,
Gaibten, kendisine geldi şöyle bir nida:
(Sen ey Ebu Hanife, iyi tanıdın beni.
Ve hakkıyle tam yaptın bana ibadetini.
Hem seni, hem de senin mezhebinde bulunan,
Tâ kıyamete kadar, senin yolunda olan,
Kimseleri, ben dahi ettim af ve mağfiret.
Kalbin müsterih olsun, sen üzülme, rahat et.)
|