Uhud’da, gönülleri imanla dolu olan,
Bu yolda şehid olmak arzusu ile yanan,
Müminler, yerlerinde hiç duramıyorlardı.
Hücuma geçmek için emir bekliyorlardı.
İyice yaklaşmıştı ordular birbirine.
Ve herkeste heyecan, varmıştı son haddine.
Bir tarafta, Allah'ın dinini yaymak için,
Ve bu yola baş koymuş bir avuç mücahidin.
Öbür yanda, İslam’ı yok etmek arzulayan,
Kâfir güruhu vardı, imandan mahrum olan.
Yok idi müminlerde fazla silah, teçhizat.
Çoğunda bulunmazdı ne bir zırh, ne de bir at.
Üstlerinde bir gömlek, bir kılıç ellerinde.
Ama iman ve ihlas vardı gönüllerinde.
Kâfir ordusu ise, müminlerin dört katı,
Olup, her birisinin vardı zırhı ve atı.
Ama mahrum idiler o imandan maalesef.
Bu yüzden savaşlarda, oldular bir bir telef.
Ordular birbirine yaklaşmıştı ki, birden,
Develi biri çıkıp yürüdü müşriklerden.
Vücudu, tamamiyle zırhla örtülüydü hep,
Seslenip, karşısına bir yiğit etti talep.
Dedi ki: (Kendisine güvenen varsa eğer,
Benimle çarpışmaya, karşıma çıksın o er!)
Devenin üzerinde, dönüp dört bir tarafa,
O gün bu talebini tekrar etti üç defa.
O böyle seslenince, müminlerin safından,
Uzun boylu bir yiğit, ileri çıktı o an.
Zübeyr bin Avvam idi bu mübarek sahabi.
Kâfirin üzerine yürüdü aslan gibi.
Kâfir, develi olup, zırhlı idi ayrıca.
Onunsa, kılıç vardı bir elinde yalnızca.
Kâfirin karşısına, gitti yaya olarak.
Onu öldürmeliydi bir yolunu bularak.
Sıçrayıp çıktı hemen devesinin ardına.
Ve sımsıkı sarıldı ardından boğazına.
Çetin bir mücadele başlamıştı o saat.
Seslendi Resulullah: (Onu tut, aşağı at!)
Resulün emri ile, deveden attı onu.
Ve üstüne çökerek, kesiverdi boynunu.
Eshab bunu görünce, sevinip hamd ettiler.
Ve tekbir sesleriyle gökleri inlettiler.
Yine Tebük harbinde, tam otuzbin mücahid,
Seniyyetülveda’dan yola çıktı o vakit,
Kumandan olarak da ordu başında bizzat,
O gün, bulunuyordu o Server-i kâinat.
İslam sancaklarını, Resulullah bu kere
Teslim etti Zübeyr’le, hazret-i Ebu Bekre. |