Bir gün Cibril-i emin, geldi Resul katına.
Ve oturdu mescidde, Peygamberin yanına.
Hazret-i Ebu Bekir, girdi sonra içeri.
O dahi selam verip, oturdu diz üzeri.
Üçü oturur iken, Resulullah bu kere,
Gözlerini kapayıp, daldı bir tefekküre.
Hazret-i Cibril ile, Ebu Bekir, o anda,
Manalı bakıştılar, bir an aralarında.
İşaretler ettiler hatta birbirlerine.
Manalı ve sessizce, gülüştüler hem yine.
Fark etti Resulullah onların bu halini,
Hazret-i Cebrail'e sordu şu sualini:
(Ey kardeşim Cebrail, Ebu Bekir'le sizin,
Sebebi neydi acep, böyle gülüşmenizin?)
Sükut etti o önce, Resule edebinden.
Lakin ısrar edince, arz etti sonra hemen.
Dedi: (Ya Resulallah, bizim, Ebu Bekir'le,
Çok mühim bir vak'amız olmuş idi vaktiyle.
Zira ben, zorda kalıp, muhtaçken çok yardıma,
Ebu Bekir, bir anda gelmişti imdadıma.
Yetişmiş olmasaydı bana o gün o eğer,
Şu an olmayacaktı hayatta benden eser.)
Cibril'i dinleyince, Peygamber efendimiz,
Sordu ki: (Ey Cebrail, nedir o hadiseniz?)
(Arz edeyim) diyerek, Cibril Resulullaha,
O vak'ayı, şöylece başladı anlatmaya.
Dedi: Ya Resulallah, Rabbimiz Arş ve yeri,
Yaratmamış idi ki âlemde hiçbir şeyi,
Hep Cebrail isminde, yarattı yüzbin melek.
Hitab etti onlara, şöyle sual ederek:
(Ben kimim, siz kimsiniz, söyleyin ey melekler?)
Bu suale, hiçbiri cevap veremediler.
Yok etti Hak teâlâ onların her birini.
Peşinden tek olarak, yarattı sonra beni.
Aynı şeyi, bana da sorunca o gün Rabbim.
Şaşırıp, Rabbimize bir cevap veremedim.
Ben de aciz olunca, sualin cevabından,
Sonunda onlar gibi, yok olacaktım o an.
Büyük korku içinde kalmıştım ki, o anda,
Sıddık’ın ruhu geldi, yanıma o arada.
(Ey Cebrail, sen şimdi, Halıkın sualine,
Şöyle cevap ver!) deyip, uyardı beni yine.
(Ya Rabbi, sen Halıksın, ben senin mahlukunum.
Sen, her şeye kadirsin, bense aciz bir kulum.)
Böyle cevap vermeyi öğrenince Sıddık’tan,
Aynısını söyleyip, kurtuldum yok olmaktan.
İşte ya Resulallah, yeminle söylüyorum.
Bendeniz, Ebu Bekrin azadlısı bir kulum.)
|