Halife Harun Reşid, bir gece vezirine,
Dedi ki: (Götür beni, gönül ehli birine.
Sıkıldı zira kalbim, bu şaşalı hayattan,
Gidip gönül huzuru edinelim o zattan.)
Vezir “Peki” diyerek Harun’un bu emrine,
Götürdü Süfyan ibni Uyeyne’nin evine.
Vezir kapıyı çalıp, seslendi ki: (Ey Süfyan,
Senin ziyaretine gelmiştir şimdi sultan.)
Dedi: (Niçin önceden bildirmediniz bana,
Bileydim, ben giderdim sultanın ayağına.)
Süfyan’ın bu sözünü işitti Harun dahi,
Dedi ki: (Aradığım bu zat değil vallahi.)
Vezir, bunun üstüne dedi: (Ey Sultanımız,
Fudayl bin İyad’dır sizin aradığınız.)
Fudayl’ın kapısını çalarak daha sonra.
İzin çıkması için, beklediler bir ara.
Sordu: (Kimsiniz?) diye. O kapı arkasından,
Dedi: (Ziyaret için gelmiştir sana sultan.)
Buyurdu ki: (Sultanın ne işi var benimle?
Benim dahi ne işim vardır ki sultan ile?
Dünya adamlarıyle ne diye görüşeyim?
Lütfen meşgul etmeyin, işim var zira benim.)
Onun bu sözlerini işitti Harun bizzat,
Dedi ki: (İşte budur benim aradığım zat.)
Vezir dedi: (Ey Fudayl, bak emir-el müminin,
Gelmiş senin kapına, nasihat almak için.)
O, içerden dedi ki: (Yoktur bizim iznimiz,
Zorla girecekseniz, onu siz bilirsiniz.)
Sonra açtı kapıyı, hiç de istemeyerek,
Sultan girdi içeri, çok hürmet göstererek.
Fudayl, onlar girince söndürdü kandilini,
Dedi: (Gözüm görmesin dünya ehli birini.)
Gerçi o sultan idi, çok İslâm diyarına,
Lakin zor girebildi bu Veli’nin yanına.
O, dünya sultanıydı, bu, gönüller sultanı,
O, bunda arıyordu gönlünün dermanını.
Harun rica etti ki bu Allah adamına:
(Nasihat almak için geldim senin yanına.)
Karanlıkta elini tutarak hükümdarın,
Dedi: (Ne yumuşak el, yanmazsa nar’da yarın.)
Ağladı Harun Reşid, dedi ki: (Söyle yine)
Buyurdu ki: (Sultansın sen şimdi milletine.
Lakin asıl sultanlık bilir misin ki nedir?
Bu, hep kendi nefsine sultan olabilmendir.)
|