İbrahim Halilullah, bir deniz kenarında,
Bir hayvan leşi gördü, bir miktar uzağında.
Baktı ki, denizden ve karadan bir çok hayvan,
O leşin üzerine, üşüştüler her yandan.
Yemeye başladılar, her biri o laşeyi.
O zaman Halilullah, merak etti bir şeyi.
Ve kendi kendisine, düşündü ki o bir an:
Her birinin karnına, taksim oldu bu hayvan.
Halbuki dirilince her mahluk ahirette,
Bu yenen hayvan dahi, dirilecek elbette.
Lakin bunun cesedi, parça parça edilip,
Hayvanlar tarafından, bitirildi yenilip.
Her birinin karnına girince ayrı ayrı,
Nasıl birleştirecek, cenâb-ı Hak onları?
Gerçi onun imanı, tamdı bu meselede.
Lakin görmek istedi, bunu gözleriyle de.
Yani ilim olarak bildiği bu hususu,
Aynel yakin olarak, görmek idi arzusu.
Bunun için dedi ki: (Ya Rabbi, sen mevtayı,
Nasıl diriltiyorsun, göster hem bana dahi.)
Hak teâlâ cevaben, buyurdu: (Ya İbrahim!
Elbette kudretimle, mevtayı diriltirim.
Sen de bunu biliyor, inanıyorsun elbet.
Sana, bu iman etmen, etmiyor mi kifayet?)
Dedi ki: (Ya ilahi, şeksiz inanıyorum.
Sen her şeye kadirsin, çok iyi biliyorum.
Gözümle de görmeyi istedim ki ve lakin,
Hasıl olsun kalbimde, bir itminan ve yakin)
Hak teâlâ buyurdu: (Dört kuş tut, ayrı ayrı.
Keserek, parçalara ayır sonra onları.
Her parçayı götür koy, bir dağın üzerine.
Sonra da o kuşları, kendine çağır yine.
Görürsün ki o kuşlar, süratle sana gelir.
Allah, istediğini yapmaya muktedirdir.)
O dahi tuttu o gün, dört kuşu ayrı cinsten.
Kesti ve tüylerini eliyle yoldu hemen.
Parçalara ayırıp onları ince ince,
Sonra, birbirlerine karıştırdı iyice.
Sadece başlarını yanında alıkoyup,
Sonra o parçaları, yaptı dört ayrı grup.
Koydu her bir grubu, dört dağın üzerine.
Ve onları, ismiyle çağırdı sonra yine.
Gördü ki, o parçalar, kalkarak yerlerinden,
Havada ayrıldılar hepsi birbirlerinden.
Aynı cinsten olanlar, gelerek bir araya,
Başsız bedenleriyle, geldi hepsi oraya.
Sonra da birleşerek, kendi başları ile,
Dirilip canlandılar kudret-i ilahiyle.
Bekara suresinde, bu hali cenâb-ı Hak,
Bildirdi Habibine, gayet açık olarak.
|