Ebu Said-i Ebül Hayr hazretleri “rahmetullahi aleyh” zamanında bir genç kervanla yola çıktı.
Bir yerde mola verdiler.
Yorgun ve uykusuzdu.
Bir yere uzanıp uyuyuverdi.
Ancak uyandığında, kervanın gitmiÅŸ olduÄŸunu gördü.
Yapayalnız kalmıştı ıssız çölde.
Gayri ihtiyari korku sardı içini.
Sonra açlık, susuzluk.
Hayattan ümidini kesmiÅŸti ki, uzaktan bir zatın kendisine doÄŸru geldiÄŸini gördü.
Uzun boylu, heybetli, gür sakallı ve beyaz tenliydi.
Ona doÄŸru koÅŸup;
- Ey efendim, ne olur, bana yardım edin, dedi. Kervanımı kaybettim. Açlık ve susuzluktan öleceÄŸim neredeyse.
Haydi buna bin!
O sırada bir aslan peydah oldu yanlarında.
O zat eÄŸilip, hayvanın kulağına bir ÅŸey söyledi.
Sonra o gence dönüp;
- Haydi buna bin, dedi. Götürsün seni kervanına!
Genç bindi aslana.
Birkaç adım atmışlardı ki, kendisini memleketinde buldu.
Hem de Ebu Said-i Ebül Hayr hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” yanında.
Önceden tanımıyordu kendisini.
Dikkatle baktığında, kendisini aslana bindiren zat olduğunu anladı.
Artık ayrılmadı yanından.
Ahirette ne sorulacak?
Bu zat bir gün sevdiklerine;
- Ahirette bize ne sorulacak, biliyor musunuz? diye sordu.
- Bilmiyoruz efendim, dediler.
- “Ne yaptın?” deÄŸil, “Niçin yaptın?” diye sorulacak, buyurdu. Yani bir iÅŸi kim için yapıyoruz? İnsanlar için mi, Allah için mi? İnsanlar için yapıyorsak, iÅŸimiz insanlara bırakılacak.
- Ya Allah içinse efendim? dediler.
- İşte o zaman kurtulacağız ahirette.
|