Harp, bütün ÅŸiddetiyle devam etti hep o gün.
Gaziler, bin ÅŸevk ile saldırırdı topyekün.
Sabırsızlanıyordu genç PadiÅŸah begayet.
Biriyle, üstadını yanına etti davet.
Halbuki AkÅŸemseddin çadıra girip o an,
Kapısını, sıkıca kapamıştı arkadan.
Ve tembih etmiÅŸti ki nöbetçi olanlara:
(Yanıma hiç kimseyi sokmayınız bu ara.)
Onu çağırmak için giden vazifeliler,
(Çadır kapalı) diye, gelip haber verdiler.
O zaman genç PadiÅŸah, kendisi gitti bizzat.
Çadır, sıkı sıkıya kapalıydı hakikat.
Hançerini çıkarıp, çadırdan kesti biraz.
Baktı ki, Akşemseddin ediyor dua, niyaz.
Toprağın üzerinde ve secdeye kapanmış.
Başındaki sarığı, yerlere yuvarlanmış.
Ak saçı ve sakalı, bulanmış toz topraÄŸa.
Kendinden geçmiÅŸ halde yalvarıyor Allah’a.
Bu feth-i mübin için hep dua ediyordu.
Gözlerinden, sel gibi göz yaşı iniyordu.
Secdeye kapandığı topraklar, göz yaşıyle,
Bir sofra yeri kadar ıslanmıştı haliyle.
Akan göz yaÅŸlarıyle ıslanmışken o toprak,
Åžöyle dua ederdi Allah’a yalvararak:
(Ya Rabbi, bu zamanın kutbu hangi veliyse,
Onu, bu günümüzde imdada gönder bize.)
Padişah, bu duayı işitti dışardan.
(Âmin!) deyip, nur yüzü ıslandı göz yaşından.
Ulubatlı Hasan da, burçlara tırmanarak,
Çıktı yüksek bir yere, pek çok yara alarak.
Osmanlı sancağını, dikti kale burcuna.
Lakin ok yağıyordu mübarek vücuduna.
Burçların üzerinde dalgalanırken bayrak,
Vasıl oldu Cennete, o da şehid olarak.
Açılan gediklerden, girdi ÅŸanlı mücahit.
Fetih gerçekleÅŸmiÅŸti, ikindiydi tam vakit.
Yirmibir yaşındaki genç PadiÅŸah, atıyla,
Girdi surdan içeri ÅŸerefiyle, ÅŸanıyla.
Hocası Akşemseddin o anda yanındaydı.
İkisi beraberce şehre giriyorlardı.
Herkes AkÅŸemseddin’i padiÅŸah zannederek,
İltifat ederlerdi ona çiçek vererek.
O da, Sultan Mehmed’i iÅŸaret ediyordu.
(PadiÅŸah ben deÄŸilim, iÅŸte odur!) diyordu.
Talebe, hocasını eyleyerek işaret,
Derdi ki: (Ben isem de padiÅŸah Sultan Mehmed,
Siz ona gidiniz ki, hocamdır benim o zat.
Ve bu ÅŸehrin manevi fatihi odur bizzat.)
|