Feth-i mübin’den sonra, Fatih Sultan Mehmed Han,
Ziyarete gitmişti, hocasını bir zaman.
O sohbet esnasında, dedi ki hocasına:
(Fethettik İstanbul’u, büyük yardımınızla.
Şu anda, sizden artık şudur ki bir tek ricam:
Beni, talebeliÄŸe kabul edin ey hocam!)
AkÅŸemseddin, cevaben buyurdu ki: (Ey Sultan!
Eğer sen, bu manevi lezzeti tatmış olsan,
Bu devlet işlerini aksatırsın elbette.
İslam’a hizmet iÅŸi yapılmaz bu devlette.
Halkın, huzur içinde yaÅŸamaları için,
Bu devletin başında kalmanız lazım sizin.
Ve yine şu hususu arz edeyim ki, artık,
Yürümez bir arada derviÅŸlikle sultanlık.
Seni talebeliÄŸe kabul edersem ÅŸu an,
Halkımızın durumu, olabilir perişan.)
Bu kabil özürlerle, reddetti teklifini.
PadiÅŸah da dinleyip, makul gördü hepsini.
Bir gün AkÅŸemseddin’e, biri, ikram olarak,
Evde pilav piÅŸirip, göndermiÅŸti bir tabak.
Lakin el uzatmadı yemeğe Akşemseddin.
Ev halkı dediler ki: (Buyurun, haydi yiyin!)
Buyurdu ki: (Bu pilav, deÄŸildir bize nasip.
BaÅŸkasının rızkını, yemek olmaz münasip.)
O sırada bir fakir, geldi kapılarına.
Dedi ki: (Allah için yiyecek verin bana.)
Hazret-i AkÅŸemseddin, buldukça zaman, fırsat,
Gençlik senelerinde, ediyordu seyahat.
Nerede akşam olsa, yatardı o mahalde.
Göynük’e düÅŸmüÅŸ idi yolu bir seyahatte.
O beldede, (Göl özü) diye bir yer vardı ki,
Çimenlik, su kenarı, Cennet gibiydi sanki.
Orada, bir geceyi geçirdi ibadetle.
Gönlü, bu güzel yere meyletmiÅŸti gayetle.
Ayrılıp, otuz sene geçmiÅŸti ki aradan,
Göynük’e yerleÅŸmeye gelmiÅŸ idi tekrardan.
O günlerde, yanına gelerek zengin biri,
Hediye etti ona, beÄŸendiÄŸi o yeri.
Tebessüm etti biraz, o zaman AkÅŸemseddin.
Ne için güldüÄŸünü sual etti o zengin.
Buyurdu ki: (Otuz yıl önce ben, bu beldeye,
GelmiÅŸ ve gönlüm o gün, meyletmiÅŸti bu yere.
Gönlümdeki o arzu, geçse de tam otuz yıl,
Yine de gerçekleÅŸti, gülerim buna asıl.)
|