Ali bin ebi Talip ve sevgili Peygamber,
İkisi, bir hanede otururken beraber,
Peygamber efendimiz, Allah’ın aslanına,
Buyurdu ki: (Ya Ali, müjdem var benim sana.
MahÅŸerde, buyurur ki Rıdvan'a cenâb-ı Hak:
Cennete girmek için, geldiÄŸinde sana halk,
Ali izin vermeden, gelen o kiÅŸileri,
Cennetin kapısından, alma sakın içeri.)
Hazret-i Ebu Bekir, bu müjdeyi iÅŸitip,
Åžöyle sual eyledi, doÄŸruca ona gidip:
(Ya Ali, ahirette, cennete girmem için,
Verir misin bana da böyle ruhsat ve izin?)
Dedi ki: (Resulullah, bu müjde haberini,
Verince, buyurdu ki: ya Ali, dinle beni.
Müminlerin cennete girebilmesi için,
Ebu Bekr-i Sıddık’a sormadan verme izin.
Bu yüzden ya Eba Bekr, o gün geldiÄŸi zaman,
Ruhsat vermem kimseye, senden izin almadan.)
Yine Şam civarında, bir kimse yaşıyordu.
Aliyyül Mürteza’ya, düÅŸmanlık yapıyordu.
Her hafta Cuma günü, çıkardı minberine.
Hakaretler ederdi, Hakkın bu velisine.
Halk, korktukları için, dinlerdi hutbesini.
Ve bu yüzden hiç kimse, sevmezdi kendisini.
Ebu Abdullah diye, tanınmış bir kimseden,
Åžöyle nakledilir ki: Cuma idi günlerden.
Cuma namazı için, girdim cami içine.
İlerleyip oturdum, minberin tam dibine.
Ve namaza baÅŸladık, sünnetler oldu tamam.
Sonra da hutbe için, minbere çıktı imam.
Hutbenin arasında, etti çok çirkin laflar.
Ve hazret-i Ali’ye, yaptı çok iftiralar.
Bir ara uyumuşum hutbenin arasında.
Hatta gördüm kendimi, Resulün ravdasında.
Ravda-i mübareke bakıyordum ki, birden,
O Server, dışarıya çıktı kabr-i ÅŸeriften.
Ve bana buyurdu ki iki cihan Serveri:
(Seni hiç üzmüyor mu bu adamın sözleri?)
Dedim: (Ya Resulallah, üzülüyorum ama,
Elimde bir imkanım yoktur mani olmama.)
O zaman buyurdu ki: (Gözlerini aç da bak.
Hak teâlâ, valiye, birazdan ne yapacak.)
Ben gözlerimi açıp, baktım ki vali yine,
Aynen devam ediyor o fena sözlerine.
Velakin biraz sonra, baktım ki vali, birden,
Tepetaklak aşağı yuvarlandı minberden.
Ve hatta o düÅŸmekle, ölüp gitti anında.
Ve buldu yaptığının cezasını sonunda.)
|