Bir münafık vardı ki, (İbni Mülcem) adında,
Öldürmek niyetiyle, dolaşırdı ardında.
Bir sabah namazına, mescide geldi hain.
Oturdu arkasında, tam hazret-i Ali’nin.
Zehirli kılıcını, saklamıştı beline.
KavuÅŸmak istiyordu, o sabah emeline.
İmam olup, namaza durunca en nihayet.
İbni Mülcem, ardında, fırsat kolluyordu hep.
Secdeden doÄŸrulup da, gitmeden ikinciye,
Savurdu kılıcını, o, hazret-i Ali’ye.
Darbenin tesiriyle, kaybederek kendini,
Kalkıp, taÅŸ bir direÄŸe sertçe vurdu elini.
Öyle ki, o vuruÅŸla, derler ki rivayette,
BeÅŸ parmağının dahi, izi çıktı direkte.
Ana-baba gününe dönmüÅŸtü birden cami.
Lakin yakaladılar, derhal İbni Mülcem'i.
Ve sual ettiler ki: (Sen mi vurdun Emir’e?)
Hemen inkâr eyledi cinayeti ilk kere.
İtiraf eyleyince daha sonra mecburen,
Emir'in huzuruna aldılar onu hemen.
Buyurdu: (Ey zavallı, bu iÅŸi niçin yaptın?
Ve benim evladımı, niçin yetim bıraktın?)
Bir cevap vermeyince, o, hazret-i Ali'ye,
Buyurdu: (Atın bunu, zindandan içeriye.)
Sonra da, evladını yanına çağırarak,
Vasiyetler eyledi onlara son olarak.
Emretti daha sonra, (Kapıyı örtün) diye.
O gün bırakmadılar, kimseyi içeriye.
Hasan ile Hüseyin, kapıda bekleÅŸirken,
Ses duydular bir ara, evlerinin içinden.
Diyordu: (Vefat etti Peygamber ey ahali!
Åžehid oldu Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali.)
Girdiler içeriye, gördüler, hakikaten,
Allah aslanı Ali, göç etmiÅŸ bu âlemden.
Allah’ın Resulüne uyarak, o da yine,
Tam altmışüç yaşında, vasıl oldu Rabbine.
Her gazada bulundu yanında Peygamberin.
Bir tanesini bile, kaçırmadı harplerin.
Buğday benizli olup, uzun idi gerdanı.
Cihan, hiç görmemiÅŸti, böyle bir pehlivanı.
İri yapılı olup, geniÅŸti göÄŸsü hem de.
Mübarek sakalını, uzatırdı harplerde.
Öyle ki, savaÅŸlarda, o mübarek sakallar,
Yayılırdı her iki omuzlarına kadar.
Aliyyül Mürteza’nın, ömrünün son yılları,
Pamuk gibi, bembeyaz olmuştu sakalları.
Vilayet makamında, o, herkesten öndedir.
Her veli’ye, her zaman, feyiz hep ondan gelir.
|