Bu büyük zat, ekseri giderdi sultanlara.
Çok tesirli olurdu, nasihatı onlara.
Üstlerinde nüfuzu öyle çoktu ki onun,
Cihan padişahları, eğmişti ona boyun.
Ve hatta kendisi de, buyurdu ki bir sefer:
(Talebe yetiÅŸtirmek isteseydim ben eÄŸer,
Hocalar, tek talebe bulamazdı bir yerde.
Lakin baÅŸka vazife verildi bizlere de.
Zalimlerin ÅŸerrinden, müminleri korumak.
Dini kuvvetlendirip, İslamiyet’i yaymak.
Bize, bu vazifeler verilmiÅŸtir ki ÅŸu an,
Bunu temin etmeye çalışırız durmadan.)
Buyurdu: (Allah bize, verdi ki öyle tesir,
İstesem, Çin sultanı olurdu bana esir.
İlahlık dava eden, o çok maÄŸrur melik'i,
Öyle tesir altında bırakabilirim ki,
Sultanlığı bırakıp, olurdu bana aşık.
Ve koÅŸardı kapıma, yalın ayak, baÅŸ açık.
Böyle bir tasarrufa sahipsek de, yine biz,
Bu babta, Rabbimizin takdirini bekleriz.
Onun iradesine, tam rıza göstererek,
Ona boyun eÄŸeriz, edebi gözeterek.)
Semerkant’ta o zaman, Mirza Abdullah diye,
Bir sultan var idi ki, gitti onu görmeye.
Karşılamak üzere, biri geldi beylerden,
Buyurdu ki: (Sultanı görmek için geldim ben.)
O ise, edepsizce cevap verip dedi ki:
(Bizim padişahımız, pervasız biridir ki,
Öyle kolay deÄŸildir onunla görüÅŸmeniz.
Bizim sultanımızla nedir sizin işiniz?
Bir derviÅŸ haliniz var gördüÄŸüm kadariyle.
Ne iÅŸi olabilir, derviÅŸin sultan ile?)
Ubeydullah-ı Ahrar, buna gadaplanarak,
O edepsiz kiÅŸiye buyurdu ki: (Bana bak!
Eğer pervasız ise, sizin o melikiniz,
Pervalı biri ile, onu değiştiririz.
Git, bunu kendisine söyle benden çabucak.
Ve bir hafta sonunda, gör ki neler olacak.)
Kalemini çıkarıp, eli ile o ara,
O melikin ismini, yazıverdi duvara.
Sonra da, parmağını ağzında ıslatarak,
Sildi o hükümdarın ismini tam olarak.
Ve oradan ayrılıp, TaÅŸkent’e döndü yine.
Anında korku girdi, o melikin kalbine.
Aradan geçmiÅŸti ki, tam da bir hafta kadar,
Onun memleketine saldırdı bir hükümdar.
Öldürüp, Semerkant’a hakim oldu topyekün.
İsmi gibi, cismi de silinip gitti o gün.
|