Ubeydullah-ı Ahrar, bir gün hizmetkârına,
Buyurdu: (Semerkant’tan, biraz bal getir bana.)
Hizmetçi (Peki) deyip, sefere çıktı derhal.
Emredildiği gibi, satın aldı biraz bal.
Sonra, tam dışarıya çıkıyorken, ansızın,
Dükkandan içeriye, girdi bir güzel kadın.
Şehvet nazarı ile, kadına baktı bir an.
Biraz sonra ayrılıp, yoluna oldu revan.
TaÅŸkent'e vasıl oldu, üstadının evine.
Takdim etti o balı, derhal kendilerine.
Lakin o büyük veli, kaÅŸlarını çatarak,
O hizmetçi kiÅŸiye, pek sitemle bakarak,
Buyurdu ki: (Sen gittin, bal alıp gelmek için.
Lakin ÅŸarap getirdin sen bize, acep niçin?)
Hizmetçi çok ÅŸaşırıp, verdi ki ÅŸöyle cevap:
(Efendim, bu kutuda bal vardır, değil şarap.)
Ve lakin o kutuyu açar açmaz hizmetçi,
Gördü ki, hakikaten ÅŸarap dolu hep içi.
Utanıp, hatasını tahmin etti o anda.
DüÅŸündü: O kadına bakmıştım Semerkant’ta.
Demek ben, o günahı eyleyince irtikab,
Kutudaki bu bal da, bir anda oldu ÅŸarap.
Bir talebesi vardı, yine bu evliyanın,
Ticaret işlerini yapardı hep bu zatın.
Ticaretten dönerken büyük bir kervan ile,
Birden karşılaştılar, bir gurup haramiyle.
Ve lakin o talebe, etmedi hiç endiÅŸe,
DüÅŸündü ki: Üstadım verdi beni bu iÅŸe.
Bu kervanı, o bana madem etti emanet,
O halde ondan bana, gelir yardım ve medet.
Gözlerini kapayıp, düÅŸündü üstadını.
Talep etti acilen, yardım ve imdadını.
Sonra kılıç çekerek, bindi derhal atına.
EÅŸkıyanın üstüne, saldırdı tek başına.
Kendini, üstadının ÅŸeklinde buldu o an.
O deÄŸil, üstadıydı sanki öyle saldıran.
Kalabalık bir gurup idi ki hem de onlar,
Korkudan, hepsi kaçıp, darmadağın oldular.
O talebe, gelince üstadın huzuruna,
O, bir ÅŸey söylemeden, ÅŸöyle buyurdu ona:
(Zayıflar, kuvvetli bir düÅŸmana rast gelseler,
Kendi kuvvetlerinden vazgeçip onlar eÄŸer,
Allah adamı olan velilerin birinden,
Yardım talep etseler ruhaniyetlerinden,
Hak teâlâ, onlara, verir ki öyle kuvvet,
DüÅŸman, onlara karşı edemez mukavemet.
Dağı bile devirir evliyanın himmeti.
Sizin kurtulmanızın, buydu asıl hikmeti.)
|