Abdurrahman bin Avf ki, büyük bir sahabidir.
Cennetle müjdelenen on kiÅŸiden biridir.
Bu zat, Bedir cenginde çok gayret ediyordu.
Bir vuruÅŸta, küffârı yere deviriyordu.
Kendisi anlatır ki: (Ben, Bedir savaşında,
Bulundum bir aralık iki genç arasında.
Bu gençler bana bakıp, dediler ki: (Amca, siz,
Acaba Ebu Cehl’i tanır, bilir misiniz?)
Ben, (Evet, tanıyorum) deyince o gençlere,
Dediler: (Bize onu, gösterin lütfen hele.)
Dedim ki: (Peki olur, göstereyim melunu.
İyi de, siz ne için soruyorsunuz onu?)
Dediler: (Duyduk ki o, çok üzmüÅŸ Peygamberi.
SöylermiÅŸ o Servere ağır, çirkin sözleri.
Ahdettik ki, bu cenkte, onu biz öldürmeden,
Ayrılıp gitmeyelim muharebe yerinden.
Bu harpte, ya o ölür, ikimiz ölür ya da.
Bundan baÅŸka gayemiz, yok bizim bu dünyada.)
Gençlerin bu sözleri, hoÅŸuma gitti benim.
Derhal Ebu Cehil’i uzaktan gözetledim.
Baktım, KureyÅŸ içinde, Ebu Cehil kâfiri,
Dolaşıp durmaktadır bir ileri, bir geri.
Dedim ki: (Ey civanlar, işte aradığınız,
Ebu Cehl şu adamdır, iyice tanıyınız.)
Ve ilave ettim ki: (İşte, Efendimizi,
En fazla üzen odur, haydi, göreyim sizi.)
Gençler, bir kartal gibi Ebu Cehl’e bakarak,
Dediler: (Onun iÅŸi, bugün biter muhakkak.)
Sonra, kılıçlarına sarılıp hararetle,
Onu gözetlemeye koyuldular dikkatle.
Bunlar, Afra hatunun oğulları idiler.
Muaz ile Muavvez adlı biraderdiler.
Bir anda, sert bir yaydan fırlayan ok misali,
Yahut av peÅŸindeki birer ÅŸahin timsali,
Fırlayıp, kâfirlerin üzerinden aÅŸtılar.
Bir anda Ebu Cehl’in yanına yaklaÅŸtılar.
Sonra Muaz, iyice sokuldu o kâfire.
Kılıcını çekti ve kaldırıp birden bire,
Bacağına, ÅŸiddetle indirdi o kâfirin.
AÅŸağı yuvarlandı üzerinden devenin.
O sırada Muaz'ın biraderi Muavvez,
Kardeşinin yanına, yardıma koştu bu kez.
Bunlar, Ebu Cehil'i, bu cenkte öldürmeden,
Ayrılmayacaklardı muharebe yerinden.
Üzerine çullanıp, kılıç ile habire,
Cansız düÅŸene kadar vurdular o kâfire.
O ara Resulullah sordular ki eshaba:
(Ebu Cehl'in halini bilen var mı acaba?)
O vakit Ebu Cehil, yerde, cansız olarak,
Yatıyordu, vücudu kanlara bulanarak.
|