Hatun sual edince, ahvalini Nevfel’in,
YaÅŸla doldu gözleri, hazret-i Peygamberin.
Åžehadet haberini, söyleyemedi ona.
Arkaya iÅŸaretle, devam etti yoluna.
Sonra hazret-i Ali, geliyordu geriden.
Hatun ona yaklaşıp, Nevfel’i sordu hemen.
Hazret-i Ali'nin de, yaÅŸla doldu gözleri.
Diyemedi bir türlü, ona acı haberi.
O da, işaret edip eliyle arkasına,
Yürüyüp geçiverdi, öndekinin yanına.
Sonra hazret-i Osman, geliyordu geriden.
Hatun ona koÅŸarak, Nevfel’i sordu hemen.
O da, bu manzaraya üzülerek gayetle,
Geçiverdi ileri, arkaya iÅŸaretle.
Sonra hazret-i Ömer, geriden geliyordu,
Hatun, merak içinde yaklaşıp ona sordu.
O da söyleyemedi hatuna bu haberi.
Arkaya iÅŸaretle, geçiverdi ileri.
En arkada Ebu Bekr, yalnızca geliyordu.
Hatun, ondan müjdeli bir haber bekliyordu.
Çaresizlik içinde koÅŸarak Ebu Bekre,
Nevfel’in ahvalini, ona sordu bu kere.
Resul-i müctebanın, maÄŸara arkadaşı,
Ve onun çok sevdiÄŸi, hem yârı, hem sırdaşı,
Hazret-i Ebu Bekir, düÅŸündü ki: Ne desem?
Åžehadet haberini, bu hatuna verirsem,
Muhalefet olur bu, Allah’ın Resulüne.
Zira o, söylemedi bunu onun yüzüne.
(Geride kaldı) desem, bu söz de yalan olur.
Zira benden geride, gelen bir kimse yoktur.
Ya Rabbi, kaçındılar yıkmaktan bir gönülü.
Ali, Osman ve Ömer, hem de Allah Resulü.
Zor durumda kaldım ben, nasıl cevap vereyim?
Geride kimse yok ki, iÅŸaret eyliyeyim.
Üzmek istemiyorum bu zavallı kulunu.
Ya Rabbi, göster bana bunun çıkış yolunu.
Bütün ihtiyarını, Allah’a bırakarak,
Eliyle sakalını, tutup sıvazlayarak,
Bütün varlığı ile, sığındı Yaradana,
Sonra (Ya Allaah!) diye, kuvvetle etti nida.
O an, bir toz bulutu belirlendi uzaktan.
Åžehid Nevfel, süratle, geldi ve indi attan.
Dedi: (Ya Eba Bekir, sırf senin hatırına,
Diriltti Rabbim beni, bir emrin mi var bana?)
Ve hazret-i Sıddık'ın ellerini öperek,
Yürüdü ileriye bir bir selam vererek.
Atının üzerinde, yalın kılıç Nevfel’i,
Görüp, hayret ettiler sahabenin her biri.
|