Peygamber efendimiz tevazu sahibiydi.
Yine bu hasleti de büyük ve emsalsizdi.
Åžunu teklif etti ki kendine cenâb-ı Hak:
(Yap PeygamberliÄŸini ister melek olarak.)
Lakin O, buna bile olmadı müteveccih.
Kul olarak Peygamber olmayı etti tercih.
Yoksul ve fakirlerle oturup kalkıyordu.
Köleler davet etse, kabul buyuruyordu.
Buyurdu ki: (İsa'yı nasıl hıristiyanlar,
Uzun uzun methedip, övüyorlarsa onlar,
Beni de, onun gibi böyle methetmeyiniz.
Bana, Allah'ın kulu ve Resulü deyiniz.)
Arpa ekmeÄŸi ile, içyağından yapılan,
Basit bir yemeÄŸe de çaÄŸrılsaydı ne zaman,
Hiç tereddüt etmeden, kabul edip giderdi.
O kimsenin gönlünü yapar, memnun ederdi.
Sırtına, çok sade bir ÅŸilte vurulmuÅŸ olan,
Bir deve üzerinde Hacca gitti bir zaman.
Oysa fakir deÄŸildi o Sevgili Peygamber.
Memleketler fethetmiş, almıştı ganimetler.
Ve hatta bu Haccında, o Peygamber-i ziÅŸân,
Yüz besili deveyi etmiÅŸti kendi kurban.
Ancak mütevazıydı o Server-i kâinat.
Dünyalığı olsa da, etmezdi hiç iltifat.
Nitekim O, Mekke'yi fethettiÄŸi gün bile,
Ordusu, ihtiÅŸamla giriyorken ÅŸehire,
O, deve üzerinde geliyordu o zaman.
Başı öne eÄŸikti yine tevazuundan.
Ebu Hüreyre dahi anlatır ki ÅŸöylece:
Çarşıya çıkmış idik ikimiz beraberce.
Pazardan öte beri alıp Fahr-i kâinat,
Satıcıya, parayı fazlaca verdi fakat.
Onun bu ihsanından, satıcı memnun kalıp,
Derhal öpmek istedi, ellerine kapanıp.
Lakin Peygamberimiz vermedi buna izin.
Buyurdu: (Bir sebep yok elimi öpmen için.
Çünkü ben, ne melikim ve ne de padiÅŸahım.
Ben, sizin içinizden sadece bir insanım.)
Sonra, satın aldığı o şeyleri alarak,
Başladı taşımaya oradan ayrılarak.
Ben taşımak istedim, buyurdu ki: (Her kişi,
Kendisi yapmalıdır kendine ait işi.)
O Server, emin, adil, doÄŸru sözlü idi hem.
İtiraf etmiÅŸlerdir bunu da cümle âlem.
Hatta Peygamberlikten önce de, herkes yine,
Hep (Muhammed-ül emin) derlerdi kendisine.
İslam’dan önce dahi, her hususta yine halk,
Onun hakemliÄŸine baÅŸvururdu muhakkak.
|