Ertesi gün, Resulün yanına gittim yine.
O ise gidiyordu, bir mevtanın defnine.
Mühr-ü nübüvvet’ini görmekti arzum o gün.
Bu niyetle, yanına yaklaÅŸtım o Resulün.
Muradımı anlayıp, kaldırdı gömleÄŸini.
Görmekle ÅŸereflendim mühr-ü nübüvvetini.
Kendimi tutamayıp, o mührü öptüm hemen.
AÄŸlayıp, ırmak gibi yaÅŸ aktı gözlerimden.
Bu son alameti de görünce en nihayet,
İman edip, bana da nasib oldu hidayet.
Başımdan geçenleri, anlattım Peygambere.
Dinleyip, çok taaccüp eyledi o hallere.
Ve emir buyurdu ki bana hemen o Server:
(Ya Selman, Eshaba da bunları anlatıver.)
Lakin Arap dilini bilmiyordum o zaman.
AnlaÅŸabilmek için, istedim bir tercüman.
Dil bilen bir yahudi gelmiÅŸ idi o yere.
Selman'ın sözlerini söylerdi Peygambere.
Lakin Resulullahı metheden sözlerini,
Kast ile deÄŸiÅŸtirip, söylerdi hep tersini.
Derhal Cibril-i emin inerek yeryüzüne,
Bildirdi bu durumu, Allah’ın Resulüne.
Bunu, kendisine de söyledikleri zaman,
Åžehadeti getirip, o da oldu Müslüman.
Ve Selman-ı Farisi girdiyse de bu dine,
KöleliÄŸe, bir müddet devam etti o yine.
Allah’ın Sevgilisi buyurdu ki bir zaman:
(Kendini kölelikten azat eyle ya Selman!)
Gidip, efendisine söyledi bunu, fakat,
O buna, bir ÅŸart ile eyledi muvafakat.
Dedi: (Hemen dikersen üçyüz hurma fidanı,
Ve ne zaman gelirse meyve verme zamanı,
Ayrıca, kırk ukiyye bana altın verirsen,
Ancak azat edersin kendini kölelikten.)
Ayrılıp geldi hemen Resulün huzuruna.
Yahudinin şartını arz etti aynen Ona.
Eshaba emretti ki Peygamber efendimiz:
(Kardeşiniz Selman'a siz de yardım ediniz.)
Üçyüz hurma fidanı buldular hemen ona.
Çağırdı Resulullah onu huzurlarına.
Buyurdu ki: (Ya Selman, hazırla çukurları.
Bizzat ben, elim ile dikeceğim onları.)
O dahi, çukurları kazıp hazır edince,
Resul-i müctebaya haber verdi hemence.
Mübarek elleriyle, Resul, o fidanları,
Gelip, çukurlarına diktiler ayrı ayrı.
Resulün bereketi ve duaları ile,
O yıl meyve verdiler fidanlar tamamiyle.
|