Hem Selman-i Farisi anlatır ki kendisi:
Bir gün, beni sorarak arıyordu birisi.
Diyordu: (Kırk ukiyye altını, sahibine,
Verip de kavuÅŸacak, kimdir hürriyetine?)
Baktım, pek tanıdığım kimselerden değildi.
Bana, yumurta kadar bir altın verip gitti.
Alarak o altını o kimsenin elinden,
Allah’ın Resulünün yanına koÅŸtum hemen.
Dedim: (Ya Resulallah, bu altın hafif biraz.
Onun istediÄŸinden, zannederim daha az.)
Allah’ın Sevgilisi, aldı onu eline.
Sürüverdi mübarek dilinin üzerine.
Buyurdu ki: (Al ÅŸimdi, yahudiye götür ver.
Zannederim bu altın, borcunu eda eder.)
Götürüp verdiÄŸimde, yahudi tarttı onu.
Gördü istediÄŸinden hem ağır olduÄŸunu.
Resul-i müctebanın bu mucizesi ile,
Kendimi, kölelikten kurtardım böylelikle.
Vakta ki kölelikten azat etti kendini.
Sepet örüp satmakla saÄŸlardı geçimini.
Kârının bir kısmıyla kendi geçiniyordu.
Kalanı, fakirlere hediye ediyordu.
Çok ibadet ederdi gece karanlığında.
İbadetsiz gecesi, geçmedi hayatında.
Bazı gece, Resulün huzuruna giderek,
Sohbet ediyorlardı baş başa, sabaha dek.
Öyle dalmış idi ki Resulün sevgisine,
Hiç tatlı gelmiyordu baÅŸka ÅŸey kendisine.
Tamamen ahirete çevirmiÅŸti gönlünü.
Rabbine ibadetle geçirdi bir ömrünü.
Dünyaya, zerre kadar vermezdi ehemmiyet.
Zira onun gözünde, var idi sırf ahiret.
İmana kavuşunca, Eshab-ı soffa denen,
Ehl-i ilim zatlardan biri oldu o hemen.
|