Evliyanın büyüÄŸü, Mazhar-ı Can-ı Canan.
Onun gibi bir veli, az görmüÅŸtür bu cihan.
Henüz bu mübareÄŸin çocukluk zamanında,
RüÅŸd, hidayet nurları parlıyordu alnında.
Ebu Bekr-i Sıddık’ın her ne zaman ismini,
Ansaydı, karşısında görürdü kendisini.
İmam-ı Rabbani’yi düÅŸünseydi ne zaman,
Onun ruhaniyeti gelirdi ona o an.
Babası, kendisine demiştir ki: (Ey oğlum!
Sen dünyaya gelince, bu dünyadan soÄŸudum.
Mevki, makam sahibi bir dünya adamıyken,
Senin doÄŸumun ile, terk ettim dünyayı ben.)
Onaltı yaşındayken Mazhar-ı Can-ı Canan,
Dünyayı, ebediyen terk eyledi Mirza Can.
Vasiyet emiÅŸti ki oÄŸluna ölüm günü:
(Evladım, boÅŸ ÅŸeylerle heba etme ömrünü.)
O dahi, babasının uyup vasiyetine,
Gitmeye başladı hep, veliler sohbetine.
Lakin akrabaları, dediler ki: (Ecdadın,
Mevki makam sahibi zevatıydı zamanın.
Biz arzu ederiz ki, sen dahi onlar gibi,
Olasın bu ülkede yüksek mevki sahibi.)
O gece, rüyasında göründü bir evliya.
Ve ona buyurdu ki: (Vefasızdır bu dünya.
Ahirete yönel ki, budur iÅŸin esası.
İnsan, cam parçasıyla, deÄŸiÅŸir mi elması?)
Sabah uyandığında, kalbinde mevki, makam,
DüÅŸüncesi, sevgisi, silinip gitmiÅŸti tam.
Artık o, bir kenara bırakarak dünyayı,
Aramaya baÅŸladı âlim ve evliyayı.
Her kim haber verseydi, bir veliyi kendine,
Onu arar ve bulur, giderdi sohbetine.
Kendisi anlatır ki: Onsekizdi tam yaşım.
Seyyid Nur’dan bahsetti, bana bir arkadaşım.
Bu ismi iÅŸitince, elimde olmadan hiç,
Tam kapladı kalbimi, bir ferahlık ve sevinç.
Hatta henüz görmeden, tutuldu kalbim ona.
Büyük bir iÅŸtiyakla, vardım huzurlarına.
İlk defa gördüÄŸümde bu İslam büyüÄŸünü,
Anladım Hak katında olan üstünlüÄŸünü.
Sünnet-i seniyyeye baÄŸlı idi o gayet,
Dinin emirlerine, ederdi tam riayet.
Mübarek cemalinden, sanki nur akıyordu.
Sohbetinin feyzleri, cana can katıyordu.
İyice anladım ki: Rabbini arayanlar,
Onun himmeti ile, çabuk kavuÅŸuyorlar.
Kalbi hasta olanlar, görse onu bir defa,
O sohbetle, kalbine, gelirdi nur ve safa.
|