- Mümin olduğunu Allah bilir. Zahirde aleyhimizdesin. Bunun için fidye vermelisin. - Param yok ki, ne vereyim?
- Hiç mi paran yok? - Sekizyüz dirhemim vardı. Onu da ganimet diye siz aldınız.
- Başka yok mu? - Hayır, yok.
- Peki, o altınları niçin söylemiyorsun?
Abbas hayretle sordu:
- Hangi altınları?
- Hani Bedir’e gelirken hanımına verdiğin altınlar. O altınları ona verirken; “Eğer geri dönemezsem, şu kadarı senin, şu kadarı Fadlın, şunlar da Kusem ve Abdullahın” demiştin. İşte o altınları soruyorum.
Abbas bunu duyunca kızardı, bozardı.
Ve sormadan edemedi.
- Ya Muhammed! O vakit odada ikimizden başka kimse yoktu. Sen bunları nereden biliyorsun? - Rabbim bildirdi.
Evet, her şey apaçık ortadaydı.
Kalbine hidayet nurları dolmaya başladı ve kalbine geleni birdirdi anında: - Öyleyse sen hak Peygambersin!
Ve haykırdı “Şehadet”i.
Müslüman oldu.
Resulullah efendimiz; - İmanını gizle buyurdu ona.
Ve Mekke’de vazife verdi.
Şöyle ki;
Oradaki müminlere göz kulak olacak ve müşriklerin arasında dolaşıp, olup biteni gizlice Peygamber efendimize bildirecekti.
Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır. Orjinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya
gerek kalmadan, herkes istediği gibi alıp istifade edebilir.