Abdurrahim-i Merzifoni “rahmetullahi aleyh”, 1300 lü yıllarda Merzifon’da yaÅŸadı. Kabri oradadır.
O devirde bir genç, ata binip köyünden çıktı bir kış günü.
Yolda amansız bir tipiye yakalandı.
Biraz sonra göz gözü görmez olmuÅŸtu artık.
Genç ne yöne gideceÄŸini bilemedi.
Çaresizlik içinde kıvranırken, bir el tuttu atının dizgininden:
- Ne o evlat? Yolunu mu şaşırdın?
- Evet baba!
İhtiyar, eliyle işaret edip;
- Åžöyle git! DoÄŸruca ÅŸehre varırsın, dedi.
Ve kayboldu gözden.
Genç o yöne gidip, ÅŸehre vardı.
İyi de, kimdi bu ihtiyar?
Nurani yüzü, ak sakalı ile bu sevimli çehre, hayalinden silinmedi uzun müddet. Aradan on sene geçmiÅŸti ki, bir gün Merzifon’da girdi bir camiye.
Rahle başında bir hoca efendi sohbet ediyordu.
Ak sakallı, nur yüzlü, sevimli bir ihtiyardı bu.
Bu sima hiç de yabancı gelmedi ona.
Ama bir türlü çıkaramadı.
Nihayet sohbet bitti.
Hoca Efendi, gencin yanına gelip eğildi kulağına:
- Tanıyamadın mı evlat?
- Hayır efendim, çıkaramadım.
- Hani on sene kadar önce, ÅŸiddetli bir tipide karşılaÅŸmıştık seninle.
Genç hatırlar gibi oldu.
- Evet efendim.
- Tipiden yolunu kaybetmiÅŸtin de.
- Tamam efendim, şimdi hatırladım.
- Bunlar mühim deÄŸil evladım. Mühim olan, İslamiyet’ten ayrılmamaktır. Bunu anlatma kimseye olur mu?
- BaÅŸ üstüne efendim, dedi.
Ve sordu peÅŸinden:
- Siz kimsiniz efendim?
- İsmim Abdurrahim, buralıyım, dedi.
Ve nasihat etti gence:
- Sakın “Allahlık” ve “Peygamberlik” davasında bulunma evladım.
Genç ÅŸiddetle irkildi:
- Tövbe hocam, Allah korusun, bu nasıl olur!
Elini, dostça gencin omzuna atıp;
- Bak evlat, her istediÄŸinin olmasını istemek, “Allahlık” dava etmek, her sözünün kabul edilmesini istemek de “Peygamberlik” dava etmektir, buyurdu.
|