Halid bin Said “radıyallahü teâlâ anh”.
İslam’la ilk ÅŸereflenen bahtiyarların beÅŸincisi.
Henüz iman etmemiÅŸti ki, bir gece Cehennemi gördü rüyada.
Kendi de hemen kıyıcığında duruyordu.
Kaynayan, fokurdayan bir ateş deryası ki, sormayın.
Korkudan titrerken, babası Ebu Uhayha belirdi arkasında.
Ve öz oÄŸlunu itekledi bu çılgın ateÅŸe.
Halid tam düÅŸmek üzereydi ki, Peygamber efendimiz aleyhisselam yetiÅŸip, çekti onu yukarı.
KurtulmuÅŸtu.
DehÅŸet içinde uyandı.
Sıçrayıp oturdu yatağının içinde.
Ve sessizce mırıldandı:
- Vallahi bu rüya doÄŸru.
İşte aradığım adam
Sıkıntıdan boğuluyordu.
Ferahlamak için kendini sokaÄŸa attı.
Tek tük geçen insanlardan bir dost çehresi arıyordu ki, hazret-i Ebu Bekir’i gördü ilerde.
“İşte aradığım adam!” dedi içinden.
Sevinçle koÅŸup anlattı rüyasını Ona.
Hazret-i Ebu Bekir “radıyallahü teâlâ anh” tebessüm etti:
- Sahih bir rüya görmüÅŸsün.
Halid heyecanla sordu:
- Tabiri ne acaba?
- Anlaşılan o ki, sen Onun dinine gireceksin.
- Kimin?
- Muhammed aleyhisselamın.
- Hiçbir ÅŸey anlamadım.
- Duymadın mı? Muhammed-ül emin Peygamber gönderildi. O, herkesi İslam dinine çağırıyor.
Sen iman ettin mi?
Halid iyice meraklanmıştı:
- Sen iman ettin mi peki?
- Elbette.
- Öyleyse ben de Ona gidiyorum, dedi.
Ve koştu o kapıya.
Az sonra yüksek huzurdaydı.
Edeple sordu:
- Ya Ebel Kasım! Sen insanları neye çağırıyorsun?
Efendimiz aleyhisselam;
- EÅŸi ve benzeri olmayan bir tek Allah’a, Muhammedin de, Onun kulu ve Resulü olduÄŸuna iman etmeye, buyurdu.
Ve sordu ona:
- Ya Halid! Görmeyen, iÅŸitmeyen, kendisine tapanla tapmayanı ayıramayan taÅŸ parçalarına hiç ibadet edilir mi?
Halid’in yüzü nurlanıp aydınlandı.
Kendi kendine;
“Ne kadar doÄŸru söylüyor” dedi.
Ve “Kelime-i ÅŸehadet” getirdi hemen.
Babası mı?
Koyu bir İslam düÅŸmanıydı o.
Öyle de ölüp gitti.
Babam seni çağırıyor
Halid bin Said “radıyallahü teâlâ anh” gizlice iman etmiÅŸ, Mekke’nin gözden saklı yerlerinde gizli gizli ibadet ediyordu. Babasının bile haberi yoktu iman ettiÄŸinden.
Bir gün, yine tenha bir yerde namaz kılıyordu ki, diÄŸer kardeÅŸinin nefes nefese geldiÄŸini fark etti.
Çocuk, biraz heyecan, biraz da korku içinde seslendi uzaktan:
- Halid! Babam seni çağırıyor!
Eyvah! Benzi soldu birden. Çünkü babası, azgın bir din düÅŸmanıydı. Ne yapacağı belli olmazdı.
Korku içinde gitti. Adam onu görür görmez gürledi adeta:
- DuyduÄŸum doÄŸru mu?
- Evet baba.
- Muhammed’in dinine mi girdin?
- Evet.
Adam çılgına döndü.
- Çabuk vazgeç! Yoksa...!
- Ama baba.
- Bak hâlâ konuÅŸuyor. Vazgeç diyorum!
- Hayır, vazgeçemem!
Adam, elindeki kalın sopayı indirdi hazret-i Halid’in “radıyallahü teâlâ anh” başına hem de bağırıyordu:
- Seni inatçı evlat! Bundan sonra sana aÅŸ, ekmek yok!
Hazret-i Halid:
- Hiç mühim deÄŸil. Benim rızkımı Allah verir, dedi.
Adam iyice çileden çıkmıştı.
Haykırdı:
- Tıkın şunu mahzene!
Ve elindeki kalın sopa, üstünde parçalandı genç sahabinin.
Gaddarlığın böylesi
Hazret-i Halid “radıyallahü teâlâ anh”, kanlar içinde girdi mahzene. Ki burası, havasız ve karanlık bir yerdi. Üstelik daracıktı. Ama gönlü geniÅŸti onun, gökler kadar.
Babası mı? Hastalanıp yataÄŸa düÅŸtü. Ama Müslümanlara olan düÅŸmanlığı giderek artıyordu.
Bir gün, yumruklarını sıkıp söylendi kendi kendine:
- İyileÅŸirsem, hepsini öldüreceÄŸim!
Onun bu zalim niyeti, hazret-i Halid’in kulağına ulaşınca çok üzüldü.
Ya iyileÅŸir de Müslümanlara zarar verirse.
Bu ihtimal, huzursuz etti onu. Bu endiÅŸeyle kaldırdı bir gün ellerini, ve;
- Ya Rabbi! Hasta yatağından kaldırma babamı! diye yalvardı.
Mazlumun duası bu. Kabul oldu. Adam kalkamadı yatağından.
|