Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin “kuddise sirruh“ sevdiÄŸi talebesinden bir Tahir Efendi vardı ki, o zat ÅŸöyle anlatıyor:
Bir gün, Efendi hazretlerine gidiyordum.
Yolda kendi kendime; biz ne kadar uÄŸraÅŸsak da tasavvufta yükselemeyiz diye düÅŸündüm.
Gidince Efendi hazretlerine rica edeyim.
Bize bir teveccüh etsin de, yüksek derecelere yükseltsin diye karar verdim.
Bu düÅŸünce ile vardım huzura.
Baktım, bahçede yalnız oturuyordu.
Yaklaşıp selam verdim.
Elini öpüp yanına oturdum.
Bahçede bir “Manolya” aÄŸacı vardı.
“Çimenler” büyümüÅŸ, "Güller" açmıştı.
Efendi hazretleri bana manolyayı gösterip sordu:
- Şu ne ağacıdır?
- Manolya efendim.
Sonra gülü gösterdi.
- Bu nedir?
- Gül.
Çimenleri gösterdi sonra da:
- Peki ÅŸunlar nedir?
- Çimendir efendim.
Sordu yine:
- Bunların toprağı aynı toprak mı?
- Evet efendim.
- Peki su ve hava da aynı mı?
- Aynı.
- Peki her üçünün de toprağı, suyu ve havası aynı da, boyları neden farklı acaba?
- Bilmiyorum efendim.
Sordu yine:
- Mesela ÅŸu "Çimen"e, daha çok su, gübre ve ilaç verseler, "Gül" olur mu?
- Olmaz tabii efendim.
- Peki ÅŸu "Gül"e de çok su ve gübre verseler ve çok da uÄŸraÅŸsalar, "Manolya" olur mu?
- Olmaz tabii.
- Peki bu farklılık nereden geliyor dersin?
Önüme baktım.
Buyurdu ki:
- Bu farklılık, herbirinin kendi istidatlarından geliyor. Şimdi anladın mı?
Mahcup olmuÅŸtum.
- Bağışlayın efendim, dedim.
|