Seyyid Abdülhakim Efendi’nin “kuddise sirruh“ çok sevdiÄŸi bir kimse vardı.
"Sabri Bey".
O ÅŸöyle anlatıyor:
Bir gün rahatsızlandım.
Hastanede “Apandisit” teÅŸhisi koydular.
Ama bayram günleriydi.
BaÅŸka bir hastaneye sevk ettiler.
O hastaneye gitmeden önce, Efendi hazretlerine uÄŸradım.
Ellerini öpüp oturdum.
Bana bakıp sordu:
- Sabri, sen hasta mısın?
- Biraz efendim.
- Neyin var?
AÄŸrıyan yeri gösterdim.
O yere dokundurdu elini.
- Burası mı?
- Evet.
Biraz ovdu o yeri.
O anda hissettim müsbet tesirini.
Kırkbeş sene oluyor.
Apandisit aÄŸrısı görmedim bir daha.
Teyemmümü niye öÄŸretmiÅŸ?
Yine o anlatıyor:
Abdülhakim Efendi, bir gün "Teyemmüm"den bahsetti bana.
Hatta bir tuÄŸla getirdi.
Onun üzerinde göstererek iyice öÄŸretti.
Ve sordu:
- İyi öÄŸrendin mi?
- Evet, dedim.
Ama kendi kendime;
“Niye” diyordum. “Niye bana teyemmümü öÄŸretiyor?”
BildiÄŸim kadarıyla teyemmüm, su olmayan yerlerde lazım olur.
Biz ise ÅŸehirdeyiz.
Su her yerde bulunur.
Çok merak ederdim bunu.
Yıllar sonra anladım ne için olduÄŸunu.
Åžöyle ki, Abdülhakim Efendi vefat etti.
Ve “Otuz sene” geçti aradan.
Ellerimde "ekzema" ve "yaralar" çıktı.
Doktor ilaç kâr etmedi.
Hatta baÅŸ parmağımı kestiler bu yüzden.
Ve tembih ettiler:
- Su deÄŸdirmeyeceksin ellerine.
İşte o zaman anladım bu işin hikmetini.
Bana niçin teyemmümü öÄŸrettiÄŸini.
|