İslam âlimlerinin en büyüklerinden Behaeddin-i Buhari “kuddise sirruh” hazretleri, bir gün birkaç talebesine;
- Hakiki bir din âlimini tanımak ve sevmek, en büyük kazançtır, buyurdu.
Sordular:
- Hakiki din âlimi nasıl olur efendim?
- Onun bakışları, ruhlara iÅŸler. Sözleri, kalblere tesir eder. Din-i İslamı, hazır lokum gibi yutmak ve susuz kalmış iken, soÄŸuk ÅŸerbet içip ciÄŸerlerine kadar serinleyebilmek, ancak böyle bir Allah adamının sunması ile mümkündür.
Ve dua etti:
- Allahü teâlâ, hepimizi Muhammed aleyhisselamın doÄŸru yolundan ayırmasın! Amin. Çünkü, insanları dünya ve ahiret rahatına kavuÅŸturan, ancak bu yoldur.
Farzları yapmak önce gelir
Bir gün de bir ahbabına;
- KardeÅŸim, insanı Allahü teâlânın rızasına ve sevgisine kavuÅŸturacak iÅŸler, farzlar ve nafileler olmak üzere ikiye ayrılır, buyurdu. Farzların yanında nafile ibadetlerin hiç kıymeti yoktur.
Ve misal verdi:
- Mesela bir farzı vaktinde yapmak veya vakti geçmiÅŸse, hemen kaza etmek, bin sene nafile ibadet yapmaktan daha çok faydalıdır. Hangi nafile olursa olsun, ne kadar halis niyet edilirse edilsin, hep böyledir.
Ve ilave etti:
- Hatta, farzları yaparken, bu farzın sünnetlerinden bir sünneti ve edeblerinden bir edebi gözetmek de, böyle çok faydalıdır.
Ve şunu anlattı ona:
Emir-il-müminin Ömer Faruk hazretleri “radıyallahü anh”, sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra, cemaate baktı, eshabından birini göremeyince;
- Filan kimse yok mudur? diye sordu.
Orada bulunanlar;
- O kimse gecenin çok saatlerinde uyumaz. Nafile ibadet yapar. Belki ÅŸimdi uykuya dalmıştır efendim, dediler.
Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” üzülüp;
- KeÅŸke bütün gece uyuyup da sabah namazını cemaatle kılsaydı daha iyi olurdu, buyurdu.
|