Alaüddin-i Sabir hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” babası vefat edince, maddi sıkıntıya düştüler.
Annesi, asil bir hanım efendiydi.
Kimseye belli etmedi bu sıkıntılarını.
Alaüddin o günlerde sadece su içer, üç beş günde bir lokma ekmek yerdi.
Ama bir gün, açlıktan fenalık gelmişti kendisine.
Yemek için, bir şey istedi annesinden.
Evde ise pişecek hiçbir şey yoktu.
Kadıncağız, tencereyi su doldurup, koydu ateşe.
Yemek pişirir gibi göründü yani.
Zira bir şey yoktu ki, yedirsin oğluna.
Alaeddin, akşama doğru;
- Anneciğim, yemek hâlâ pişmedi mi? diye sordu annesine.
Kadıncağız;
- Hayır oğlum, henüz pişmedi, deyince, gidip açtı tencerenin kapağını.
Zira artık takatı kalmamıştı açlıktan.
Anneciğim pilav pişmiş
Kapağı açınca çok sevinip;
- Anneciiim, pilav pişmiş! diye bağırdı sevinçle.
O da gelip, gördü bir tencere dolu pilavı.
Çok hayret edip, anladı oğlunun kerameti olduğunu.
Zaten harikulade halleri çoktu onun.
Kendi kendine;
“Bunu ben, abime götüreyim. Onun yanında yetişsin” diye düşündü hemen.
Üç sene kâfidir
Abim dediği, Feridüddin Genc-i Şeker hazretleriydi.
O da ilk görür görmez fark etti yeğeninin alnındaki büyüklük nurunu.
Çok sevinip;
- Ablacığım, bunun yetişmesi için üç sene kâfi gelir, buyurdu.
O da arz etti ki:
- Abicim, bizim Alaeddin oruç tutmayı çok sever. Lütfen dikkat edin. Zira göz kulak olunmazsa, yemek yemeği unutup, açlıktan ölebilir, diye korkuyorum.
Büyük Veli tebessüm buyurup;
- Korkma, dedi. Ben onu mutfak işine veririm.
O zaman rahatladı ablası.
Ama Alaüddin yemezdi yine.
Dayısının yanında, üç sene kaldı.
Tamamen yetişip, mutlak icazet aldı.
|