Öyle tesirliydi ki nasihati ve vaazı,
Dinleyenler, coşar ve bayılırdı bazısı.
Dörtyüz kişi yazardı vaazını muntazaman.
Birbirinin sırtında yazarlardı çok zaman.
Kalbi katı bir kimse, görseydi onu şayet,
Kaplardı kendisini, büyük korku ve haşyet.
Herkes dikkat kesilip, dinlerdi sohbetini.
Uzakta olanlar da, işitirdi sesini.
Mübarek cemalini görseydi biri, elhak,
Allahü teâlâyı hatırlardı muhakkak.
O, camiye giderken, halk yollara dökülüp,
Şereflenmek isterdi, yüzünü bir kez görüp.
Altıyüz talebesi vardı ki ders verdiği,
Hepsiyle, ayrı ayrı bizzat ilgilenirdi.
Şahsi suallerini cevaplandırır iken,
Gayet sabırlı olup, hiç kızmazdı katiyen.
Bu halini görenler, diyorlardı ki hatta:
(Ondan daha lütufkâr kimse olmaz hayatta.)
Gurbete gönderseydi tek bir talebesini,
Sık sık haber sorarak, kesmezdi ilgisini.
Kabahat etselerdi, affederdi o saat.
Çok köle satın alıp, ederdi hemen azat.
Her gün, binlerce kişi, yer idi o dergahta.
Hizmetçi, her gün çıkıp, bağırırdı ki hatta:
(Yok mu yemek isteyen, açlığından muzdarip?
Gecelemek isteyen yok mudur yolcu, garip?)
Evi için, çarşıya, kendisi çıkıp yine,
Elinde taşıyarak, getirirdi evine.
Hızır aleyhisselam, ziyaretine gelip,
Büyük lezzet alırdı, sohbetini dinleyip.
Hatta melekler bile, gökten yere inerek,
Onlar da zevk alırdı, vaazını dinleyerek.
Abdülkadir Geylani, ilk vaazı yaptığında,
Dinleyen, bir kaç kişi bulunmuştu yanında.
Sonraları, öyle çok oldu ki kalabalık,
Cemaat, o mescide sığamaz oldu artık.
O zaman da, Bağdat'ın en büyük camiine,
Gitti, fakat o yer de, dar geldi halka yine.
Bu sefer, bir meydanda yaptılar ona makam.
O, kürsüye çıkarak, vaazına etti devam.
İnsanlar, gece bile, elde kandilleriyle,
Toplanıp dinlerlerdi, onu can kulağıyle.
Ve lakin günden güne çoğalınca gelenler,
Dar geldi o meydan da cemaate bu sefer.
Bu defa da, büyük bir tepenin üzerine,
Büyük vaaz kürsüsü kurdular ona yine.
İnsanlar, akın akın oraya toplanarak,
Dinlerlerdi vaazını, büyük bir zevk alarak.
Atların üzerinde, onbinlerce Müslüman,
Onu, aşk ve şevk ile dinlerlerdi çok zaman.
|