Abdullah-ı Şemdini, hem âlim, hem veliydi.
Büyük insan olduğu, her halinden belliydi.
Bir gün, cemaatine buyurdu: (Ey insanlar!
Bilin ki, önümüzde gayet çetin günler var.
Ahirette herkese, sual ve hesap vardır.
Zira Peygamberimiz, şöyle buyurmaktadır:
(Nasıl ki sürüsünden mesul ise bir çoban,
Siz dahi mesulsünüz, çoluk çocuğunuzdan.)
Ayrıca, ihlas ile yapın ki her ameli,
Mahşerde, onlar size olsunlar faideli.
Rabbimiz buyurur ki: (Siz, ibadetinize,
Hiç riya sokmazsanız, azap yapmam ben size.)
Yani, tam ihlas ile yaparsanız ibadet,
Niye azab edeyim ben size, yapmam elbet.
Salebe, ibni Sakka, Bel'am ve İblis'in de,
İlim ve amelleri var idi hepsinin de.
Ve lakin ihlasları olmadığından sebep,
Azab-ı ilahiye müstehak oldular hep.
(İhlas) şuna denir ki, bir amelin, bir işin,
Yapılmış olmasıdır sadece Allah için.
Eğer ki ibadete, bir riya ve gösteriş,
Karışırsa, insana faide vermez o iş.
Yani bir bardak suya, bir tek (kıl) düşse şayet,
Gönül rahatlığıyla, içilmez o su elbet.
Yolu da şöyledir ki, ihlas elde etmenin,
Yanında bulunmaktır, ihlaslı kimselerin.
Evliyanın kalbleri, ihlasın kaynağıdır.
Onların kalblerinde, feyz-i ilahi vardır.
Peygamber-i zişânın kalbinden çıkan nurlar,
Kalbden kalbe akarak, cihanı doldururlar.
Veliler, kalbleriyle alarak bu nurları,
Aynen başka kalblere yansıtırlar onları.
Feyiz almak için de, iki şart vardır elbet.
Birisi (inanmak)tır, ikincisi (muhabbet).
Yani filan velinin kalbinde bu nur vardır.
Diye samimiyetle, buna tam inanmaktır.
İkincisi, o zata beslemektir muhabbet.
Bu iki şart var ise, o feyiz akar elbet.
Onların kitabını, severek, inanarak,
Okuyanlara dahi, feyiz akar muhakkak.
Hiç kitap okumadan geçer ise bir ömür,
Bulunur mu mahşerde, bir bahane ve özür?
(Haberim yoktu) demek, insanı kurtaramaz.
(Bilmiyordum) demek de, geçerli özür olmaz.
Çünkü ilk vazifemiz, her şeyden daha evvel,
Dinin emirlerini öğrenmektir mükemmel.
Kim İslam’ın emrine tam tâbi olsa eğer,
Akar ona sel gibi, o nur ile feyizler.
Tâbi olmak dinidir nitekim İslamiyet.
Ya Rabbi, bu nimeti bizlere de nasib et.)
|