Abdülaziz Dehlevi, hal ehli bir veliydi.
Nasihati, herkese pek çok faideliydi.
Derdi: Kulun, aynıysa dışı gibi içi de,
Rabbimiz buyurur ki: (Gerçek kul budur işte.)
İnsanlara hizmeti, vazife biliyordu.
(Dünyada en kârlı iş, işte budur) diyordu.
Kimseyi gıybet etmez, dinlemezdi de hatta.
Derdi ki: (Bu, korkunç bir hastalıktır adeta.)
Son derece sabırlı, tevekkül ehliydi pek.
Her dert ve musibete, katlanırdı severek.
Derdi ki: İki türlü, kula gelir hidayet.
Kimine (İhsan) olur, kimine de (Adalet).
Bir kimse, dua edip dese ki: (Ya ilahi!
İman ve hidayete kavuştur beni dahi.)
Onun, hüsn-ü niyetle yaptığı bu duayla,
O kulu, hidayete erdirir Hak teâlâ.
İnsan, bütün ömrünce istese bunu bir an,
Ölmeden, o kimseye nasib olur bu iman.
İşte, dua edip de, hidayete kavuşmak,
Adalet-i ilahi sayesindedir ancak.
Bazı kimseler dahi vardır ki bu dünyada,
İmana gelmek için, bulunmaz bir duada.
Haberi bile yoktur imandan, hidayetten.
Lakin seçip kurtarır, Allah onu o dertten.
Yani ona tanıtır sevdiği bir kulunu.
Onun vasıtasıyla, kendine çeker onu.
Bu da, Hak teâlânın ihsanıdır ki elbet,
Dünyada, olmaz artık bundan büyük bir nimet.
Bir (Allah adamı)nı tanımadan bir kimse,
Yüz sene, hiç durmadan ibadet, hizmet etse,
Yine de kayabilir ayağı o kişinin.
Çünkü tasarrufunda değildir bir mürşidin.
Mürşidi olmayanın imanı, bu devirde,
Yüzen tahta parçası gibidir bir nehirde.
Dalgalar tesiriyle bir batar, sonra çıkar.
Her an bir tehlikeye olabilir o duçar.
Rehberi olanların imanına gelince,
Kaya gibi muhkem ve sağlam olur bir nice.
Yani hakiki rehber olmadan bir şey olmaz.
İnsanlar, ahirette azaptan kurtulamaz.
Peygamber olmayınca, nasıl ki din olmazsa,
Onun vârisleri de öyledirler hülasa.
Lakin mürşid geçinen, sahte şeyhler dahi var.
Bu gibiler, din değil, dünya adamıdırlar.
Onların olmaması, olmasından iyidir.
Çünkü onlar, yol kesen eşkıyalar gibidir.
Eşkıya, insanların, alır yalnız malını.
Bunlar ise çalarlar dinini, imanını.)
|