Abdülhakim Arvasi, bir günkü vaazında,
Konuşurken, ölümden açılmıştı mevzu da.
Biri ona sordu ki: (Efendim, bu insanlar,
Acaba can verirken, ne kadar acı duyar?)
Cevaben buyurdu ki: (Ölümün en hafifi,
Öyle şiddetlidir ki, mümkün olmaz tarifi.
Ne zaman ki bir kişi, gelse (Ölüm) haline,
Sanki konur iki dağ omuzu üzerine.
İğnenin deliğinden çıkacak ruhu sanır.
Yerle gök birleşir de, o arasında kalır.
Sanki onun içinde, bir dikenli çalı var.
Onu tutup, ağzından, kuvvetle çekiyorlar.
Bütün hücrelerine takılmış dikenleri.
Çektikçe parçalıyor, takıldığı yerleri.
Can vermenin acısı, fazladır hatta şundan,
İnsana yetmiş defa kılıç vuruluşundan.
Fakat mümin, görerek huri ve melekleri,
Onların zevki ile, duymaz bu elemleri.
Daha da şiddetlidir lakin (Kabir azabı).
Hiç kalır buna göre, can verme ızdırabı.
Çünkü kabir, yakındır ahiret hayatına.
Benzer azapları da, ahiret azabına.
Bu kabir azabı da, böyle çok şiddetliyken,
Hiç kalır (Mahşer)deki azaplara nisbeten.
Bir damlanın, deryaya nisbeti nasıl ise,
Bunlar da, birbiriyle edilmez mukayese.
O meydanda bin sene bekleşirken insanlar,
Güneş, bir mızrak boyu yaklaşıp, halkı yakar.
Bir ayağın üstünde, bulunur binbir ayak.
Günahlarına göre, tere batar cümle halk.
Öyle çok sıkışır ki kâfirler izdihamdan,
Temenni ederler ki, kurulsa hemen mizan.
Derler ki: Hesabımız görülse de hemence,
Şu sıkıntılı halden, kurtulsak bir an önce.
Halbuki bilmezler ki, bitince sual, hesap,
Başlayacak bu sefer, daha elim bir azap.
Çünkü girecekleri Cehennemin ateşi,
Öyle şiddetlidir ki, bulunmaz asla eşi.
Mahşer meydanındaki acı ve sıkıntılar,
(Cehennem) azabının yanında hiç kalırlar.
Bir kum taneciğinin, kâinata nisbeti,
Ne ise, öyle çoktur Cehennemin şiddeti.
Oradan bir kıvılcım, dünyaya düşse eğer,
Onun hararetinden, bu dünya erir, biter.
Hem kalmaz bir kararda azaplar Cehennemde.
Gün geçtikçe, şiddeti, durmadan artar hem de.
Kurtuluş ümidi de, küffâra olmaz elbet.
Bu acı azaplarda, kalırlar ilel-ebed.
Kalbinde, zerre kadar doğru imanı olan,
Cehenneme girse de, çıkarılır sonradan.)
|