Ahmet Mekki Efendi, ilme aşık bir kişi.
Okuyup okutmaktı, en sevdiği tek işi.
Emr-i maruf yapmakta, mani tanımazdı pek.
Ruhunun gıdasıydı zira ilim öğretmek.
Yaşlı olduğu halde, pek çok gayret ederdi.
Kendi talebesinin ayağına giderdi.
Bir kimse, ilim için gelse idi evine,
Hiç geri çevirmezdi, hasta da olsa yine.
Bir gün rahatsız olup, ederdi istirahat.
Bir talebe, ders için çıka geldi o saat.
Oğlu dedi: (Babacım, bugün yok hiç haliniz.
Söyleyeyim, başka gün gelsin bu talebeniz.)
Buyurdu: (Hayır hayır, alın onu içeri.
Bir ilim talebesi, çevrilir mi hiç geri.)
Hasta olduğu halde, okuttu onu yine.
Çünki ilim öğretmek, zevk verirdi kendine.
Bütün bunlara rağmen, mütevazı idi pek.
Kendini sevenlere, olurdu iyi örnek.
Kadıköy müftülüğü uhdesindeydi, ama,
Hiç layık görmüyordu kendini bu makama.
(Biz, adam kıtlığında müftüyüz) diyordu hep.
Koltuğa oturmaya, ederdi hayâ, edep.
O, makam koltuğuna oturmayıp, çok kere,
Otururdu ekseri, kenar iskemlelere.
Ben ise, bu hususu, hayli merak ederdim.
(Ne için koltuğuna oturmuyor ki?) derdim.
O ara bir genç geldi müftülük makamına.
Koltuğu boş görünce, bakındı etrafına.
Bir sual soracağı belli idi halinden.
(Müftü yok mu?) diyerek, sordu bizzat kendinden.
Buyurdu ki: (Müftüyü sormakta gayen nedir?)
Dedi: (Dini bir süal soracaktım, nerdedir?)
Buyurdu ki: (Bize sor o dini süalini.)
Dedi ki: (Size sormam, beklerim gelmesini.)
Baktı ki olmayacak, buyurdu ki o gence:
(Ben, adam kıtlığında müftüyüm, sor hemence.)
Şaşırdım, hayret ettim duyduğum bu sözlere.
Meğerse âdetiymiş, böyle dermiş çok kere.
Halbuki müftülüğe, tam ehildi o gayet.
Zaten bu tevazudur, büyüklüğe alamet.
Bir süal sorulunca, bilse de onu, fakat,
Yine de, kitaplara ederdi müracaat.
Bulurdu o fetvanın senet ve delilini.
Görmedim, kafasından bir fetva verdiğini.
Doyurucu cevaplar alırdı herkes ondan.
O vefat edince de, kalmadı süal soran.
|