Ahmed Namıki Cami, nice yıllar, dağlarda,
Kalarak, riyazetler çekti hep oralarda.
Manevi bir emirle, sonra bu mübarek zat,
Şehre inip, eyledi halka vaaz-ü nasihat.
Öyle tesir ve fayda vardı ki sözlerinde,
Altıyüzbin günahkâr, tövbe etti elinde.
Bu hırka senin değil
Ebu Said Ebül Hayr, büyük bir veliydi ki,
Bir hırkası var idi, ibadette giydiği.
Hazret-i Ebu Bekre ait olan bu hırka,
Elden ele dolaşıp, gelmiş idi bu zata.
Bir gün ona geldi ki, bir manevi işaret:
(Bu hırkayı, Ahmed-i Namıki’ye teslim et.)
Lakin Ebu Saidin, Ebu Tahir isminde,
Bir de oğlu var idi, talebesi içinde.
O, şöyle umardı ki: Değilsem de pek layık,
Bu hırkayı, ilerde ben giyerim hep artık.
Babası, keşf yoluyla onun düşüncesini,
Anlayıp, huzuruna çağırdı kendisini.
Buyurdu ki: (Ey oğlum, bu, senden daha ehil,
Bir mübarek kimsenin olacak, senin değil.
Ben vefat eyleyip de, geçince çok seneler,
Bir gün, bu medreseden içeri bir genç girer.
Sen, başlamış olursun, kürside nasihata.
Hemen kalkıp, elinle, giydir bunu o zata.)
Vefat edip, aradan yıllar geçti bir nice.
Evladı Ebu Tahir rüya gördü bir gece.
Babası ve yanında bazı dostları vardı.
Heyecanla bir yere doğru gidiyorlardı.
Buna dönüp dedi ki babası: (Ey oğlum, bak.
Şimdi, kutb-u evliya geliyor, uyuma kalk!)
O dahi hemen kalkıp, gidince o tarafa,
Gördü ki, genç bir kişi, nur saçıyor etrafa.
Uyanıp, medreseye gitti o sabahleyin.
Ve vaaz kürsüsüne oturdu sohbet için.
Yeni başlamıştı ki nasihata, birazdan,
Bir genç girdi içeri medrese kapısından.
Baktı bu, rüyasında gördüğü o genç idi.
Babası, yıllar önce bunu tarif etmişti.
Düşündü ki: Geldi bu, hırkayı istemeye.
Lakin razı olmuyor nefsim onu vermeye.
Böyle düşündüğünü anlayıp o gelen zat,
Dedi ki: (Emanete, riayet lazım fakat.)
Ebu Tahir, hayretle duyunca ondan bunu,
Bildi, ehl-i keramet bir veli olduğunu.
O mübarek hırkayı, kalkıp aldı eline.
Hürmet ile giydirdi, o gencin üzerine.
|