Bir gün zengin birisi, hazret-i Hüdayi’ye,
Geldi, büyüklüğünü görüp öğrensin diye.
Mübarek sohbetini dinleyince bir saat,
Düşündü ki: Gerçekten, bu, Allah dostu bir zat.
Altın dolu bir kese getirmişti gelirken.
Onu, koydu bir yere hiç belli ettirmeden.
Biraz daha oturup, sonra, ayrılmak için,
Hazret-i Hüdayi’den istediğinde izin,
Buyurdu ki: (Evladım bıraktığın paralar,
Hem dünya, hem ahiret saadetine yarar.
Kabul etmek sünnettir verilen hediyeyi.
Biz de kabul eyledik bıraktığın keseyi.)
O bunları duyunca, duygulandı çok fazla.
Hazret-i Hüdayi’ye tâbi oldu ihlasla.
Bir gün de, Sultan Ahmet, bazı sevdikleriyle,
Gitti bir koruluğa gezinmek gayesiyle.
Bir yerde oturarak istirahat ederken,
Hizmetçiler, bir koyun kestiler ona hemen.
Kızartıp, Padişaha eylediler onu arz.
O, elini uzatıp, kopardı etten biraz.
Tam yiyecek idi ki elindeki lokmayı,
Birden beliriverdi Aziz Mahmud Hüdayi.
Ve ona buyurdu ki: (Padişahım, dikkat et!
Sakın onu yeme ki, zehirli zira o et.)
Bu ikaz üzerine, yemedi onu Sultan.
Hüdayi de, bir anda gaib oldu ortadan.
O etten biraz kesip, bir köpeğe verdiler.
Hayvanın, onu yiyip öldüğünü gördüler.
Zamanın padişahı, bir gün vezirlerinden,
Birini azlederek, mührü aldı elinden.
Yerine, başkasını vezir tayin ederek,
Mührü ona gönderdi, bir kimseye vererek.
Üsküdar yakasında otururdu o ise.
Bu yüzden, bir kayığa gidip bindi o kimse.
Velakin götürdüğü o mühürü, elinden,
Denize düşürünce, geriye döndü hemen.
Padişah, o kimseyi, mühürü bulsun diye,
Gönderdi Üsküdar’da hazret-i Hüdayi’ye.
O gelip arz edince Sultanın dileğini,
Seccadenin altına soktu hemen elini.
O mühürü çıkarıp, koydu onun avcuna.
Suları damlıyordu, çok şaşırdı o buna.
İşte bu mübarek zat, vefat etmeden önce,
Bütün sevdikleriyle helallaştı güzelce.
Vasiyetini yazıp, söyledi şehadeti.
Sonra, (Allah!) diyerek, ruhunu teslim etti.
Türbesi, Üsküdar’da, kendi dergahındadır.
Ziyaret eyleyenler, çok faydalanmaktadır.
|